Bi' gözümü kapatınca, aralıklardan yıldızları görüyorum... gökyüzüne serilmiş, ışıl ışıl yanıp sönüyorlar.
Hafif bi' rüzgar esiyor; ne üşütüyor, ne terletiyor.
Çay kaşıklarının sesi ince belli bardaklardan yankılanıyor, mis gibi toprak kokusu geliyor burnuma.
Annemin gülücükleri babamın tok, sevecen sesine karışıyor... komşularımızın gülücükleri de onlarınkine... Herkesin mutlu olduğunu hatırlıyorum.
Ben tütün köfününün içinde, altımda bi' minder, başımın altında minik yastığım, bi' gözüm kapalı, diğer gözümle köfünün aralıklarından yıldızları dikizliyorum. O köfün benim sığınağım, kalem, görünmezlik kalkanım.
Cırcır böceklerinin sesi diğer yaz seslerine karışıyor fonda. Beni korkutan hiçbi' şey yok. Sadece huzur... sonsuz, hiç bitmeyecek gibi.
Hayatımın en güzel yıllarıymış onlar. Keşke o zamanlar bunu bilseydim.
O zamanlar ''Sittirelya''da zaman kavramı farklı idi.
Gün, sabah kalkıp kahvaltı etmekle başlar, erik ağacından zeytin ağacına sekmelerle sürer, tekrar acıkınca ele tutuşturulan kocaman bi' dilim ev ekmeğinin üzerindeki mis gibi domates salçası ve zeytin yağına eşlik eden yeşil-taze soğanla devam eder idi.
Gün, cırcır böcekleri yakalamak, üzüm bağlarından salkım salkım üzümleri mideye indirip, tulumbanın önüne yapılmış minicik havuza, tulumbayla kuyudan çekilerek doldurulan buz gibi su içinde karpuz soğutma görevini başarıyla tamamlamak, yorulmak, uyumak, tekrar uyanmak, dondurmacının çaldığı düdüğe deli gibi koşup bi' külah dondurmayı mideye indirmek ve yalın ayak alabildiğine yürüyüp koşmak... akşam yemeğini uykulu gözlerle yiyip köfünden yatağa serilip yıldızların ışıltısı, rüzgarın öpücükleri eşliğinde uykuya dalmaktan ibaretti.
Babam çalışıyordu, annem ev hanımıydı.
Baharla birlikte ''tütün'' işleri başlardı. Onlara göre; ek gelir... bana göre; yaz tatili.
Dedemden kalma, kocaman bir tarlanın başında anneciğimle babacığımın elleriyle yaptığı ''dam'' dediğimiz, üç yanı kapalı, dördüncü yanı tamamen açık, bi' yatak odası ve bi' salon-mutfaktan oluşan, kireçle boyanmış bembeyaz, kocaman bi' evimiz vardı.
''Tütüncülük'' denilince neler neler yapılırdı.
Fide ekimi, tütün tarlasının sürülmesi, tütün karıklarının açılması, sulanması... o karıklara elde delgilerle (gerçi sonradan makineyle dikilir olmuş) tek tek delikler açılıp fidelerin yerleştirilmesi... can suyu verilmesi :)
Çapalanması, tekrar çapalanması... sonra ilk elden önce dip sıyırması. Sonra kırıma geçilmesi, birinci el, ikinci el, üçüncü el... dördüncü ve son el :)
El dediğim tüm tarladaki her bi' tütün kökünün, tek tek elden geçirilip olgunlaşan yapraklarının alınması (kırılması) On binlerce kök tütün... o on binlerin tek tek, 4 kez elden geçmesi.
İnanılır gibi değil, sabır işiydi.
İş sadece tütün kırmak olsa yine iyi, tütün sabah güneş ortalığı ısıtmadan, tütün yaprakları sıcaktan etkilenmeden hala diri iken yapılır ve güneş battıktan sonra akşam serinliği çıktıktan sonra.. yani yapraklar tekrar serinleyip canlanmaya, dirilmeye başladıktan sonra.
Gece yarılarına dek ''lüx' dediğimiz gaz lambalarının altında kırılır tütün. Gece ve sabah kırılan tütün, benim bile içinde uyuduğum ''köfün''lere demet demet yerleştirilir. Öğle vakti güneş ortalığı kavurmaya başladığında, gölgeye çekilinir. O binlerce tütün yaprağı üçerli-beşerli, minik demetler halinde tütün iğnelerine dizilir :) O tütün iğnelerine dizilen tütünler, tütün kargılarına tek tek sıyrılır. Kargı tamamlandığında alınıp, güneşin en iyi vurduğu tütün sayasına asılır. O zifirli, yapış yapış ellerin sabunlu sıcak suyla temizlenmesi ayrı dert. Temizlendiği halde o acı tadın ellerden kolay kolay gitmemesi de cabası.
Tütünün ilacı, kırım hızının ayarlanması... yanmaması için veya erken kırılmaması için zamanlamanın tutturulması derdi. Tütününde yanma riski olan komşulara imece usulü yardıma gidilmesi...Bi'-iki gün hep birlikte onların tütününün kırılıp, tehlike atlatıldığında onların bize kırıma gelmesi.
Radyolu geceler., ''Arkası yarın''lar... masal saatleri :) Babanın içinden gelen yanık bi' türkü...
Oynak bi' şarkı yakalandığında, işin gücün bi' kaç dakikalığına bırakılıp şakkıdı-şukkudu göbek atılması :)Kırımlar bittiğinde tütünün biçilmesi... bomboş tarlada içilen çaylar, yenilen yemekler.
Sadece yıldızların şahitlik ettiği upuzun gece sohbetleri.
Meyvenin en tazesi, sebzenin en tazesi... bin bir çeşidi.
İnek sütünü ha taştı-ha taşacak diyerek pür dikkat kaynatmak, sıcak sıcak içmek. Yoğurt veya peynir yaparken anneyi pür dikkat izlemek. Küçük kardeşle kümesten sıcacık yumurtaları toplayıp, kaynatmak. Kışa hazırlanan reçeller, konserveler, tarhanalar, güneşte pişen domates ve biber salçaları.
Güneşe doymak, yanak üstü çil sahibi olmak... Amele yanıkları :)
Kuş yuvalarını bulup, günlerce o yavruların an be an büyüyüşlerine şahit olmak. Anne kuşlara yardım niyetine, kafadar kardeşle, yuva yakınlarına kurtçuk-solucan, ne bulursak taşımak. Kabuğundan çıkmış ağustos böceği, kara fatmalar, pis kokulu (bize göre osuruk böceği) böcekler ve çekirgeler gibi bilumum böcek türlerinin bilimsel olarak incelenmesi :) (Kibrit kutusu, cam kavanoz ama öldürmek yok tabi)
İncir (yemiş) ağaçlarına tırmanıp o kocaman yapraklar sayesinde bol bol kaşınmak. Kirazdan-vişneden küpe yapmak.
Taş fırında yapılan ev ekmeğinden sonra, sıcak fırına bir tepsi börek, bi' çömlek kebap ya da kurufasulye sürmek... Kaynatılan ''darı''lar (mısır), çiğ ''günebakan'' çekirdekleri (ay çiçeği), buğday başakları...
Yağmur bulutu yakalamak, bir adım atıp yaz yağmuruyla ıslanırken iki adım geriye gidip güneşte kurumak :)
Buzdolabı olmadan da yaşanabileceğinin farkına varmak.
Çalı ateşinde taze nohut demetleriyle yapılan ''çötüre''ler. ''Ateş sönse de yesek'' diye on parmak hazır beklemeler. Kaynatılan sularla leğenlerde yıkanan ve güneşte mis gibi kuruyan kar gibi çamaşırlar. Boylu boyunca serilmek toprağa... uyumak-uyanmak ve topraklanmanın kirlenmek anlamına gelmediğini anlamak.
Leğende yapılan banyolar, göz yakan ev sabunları, sıcak-soğuk ayarı asla tutmayan, bi' yakan-bi' donduran tas tas sular :)
Çamurla, taşla kendi kendine oynanan ve her zaman eğlenceli olan oyunlar. Kardeşle oynanan dokuztaşlar, sek-sekler, saklambaçlar... Salıncak kurdurmak, sonra da içimiz dışımıza çıkıncaya dek sallanmak. Kardeşimin, onu sallarken dur durak bilmeyen kahkahaları. Elele gezerken kardeşle, bilmiş bilmiş konuşmak. Baykuşların lanetli olduğuna dair totodan hikayeler uydururken kardeşe, onun az ilerde, erik ağacı dibindeki baykuş yuvasına hain bakışlarını yakalamak...
Gülmek, düşmek, ağlamak :)
Tam anlamıyla; doğaya teslim olmak.
Hayat güzeldi.
Hayat tertemizdi.
Hayat, güneşe teslim kahkahalar demekti.
Bi' zamanlar ''Sittirelya'' bize cennetti.
Görsel: Google Images