Oradan buradan, bi' de şuradan...



* Herkeşlerde bi' 'Pazartesi Sendromu'; ay allam deliricem! :)
Sanki, son bej-on yıla dek hafta altı gündü, Pazartesi'yi sonradan eklediler, herkeste şok etkisi yarattı da sendromu bile oldu :)
Valla, ya hiç sendrom-mendrom yaşamıyorum, ya da her gün sendromluyum-farkedemiyorum.
Benim için yataktan -bana göre- kargalar kakasını yemeden çıktığım her gün 'Te allam yine mi uyuyamıcem? Ben böle şansın taaaaaaaa...!!!' günüdür ve  böyle bi' sevimsiz, bi' tatsız-tuzsuz, ne bileyim bi' yamık, bi' yılık yanı vardır o günlerin :)
(Yamık'lan yılık Ege şivesinden gelyo, bilmeyenne öyrensin deye didim :)
Bi' de yımırta va'dır, bun' da bilin.)

* Bi' kaç gün önce uyandığım, baktım benim minnak topalak ortalarda yok. 
Hiç adeti değildir, her sabah bana doğru aheste aheste, esneye esneye gelip 'Miyavdın' demeden yapamaz :)
Yatağında, kanepe arkasında, şifonyer altında, yine göbeği serin bi' yere dayayıp, uyudu kaldı kesin dedim :)
Elimi yüzümü yıkadım, kahvemi hazırladım, içiyorum-ayılmaya çalışıyorum; hala ses yok.
Neyse, yedim-içtim, gittim dişlerimi fırçalıyordum ki, uzaktan bi' 'Miv!' sesi geldi.
Kıllandım :)
Aklıma gelen hep başıma geldiğinden, kapıyı açtığım gibi dümdüz balkona yürüdüm.
Evet, sevgilim sabah evden 05:30 gibi çıkarken balkon kapısını kapamış. Benim balkon delisi turuncu minnak kaşla göz arasında balkonda kalmış. Yemiş sabah güneşini balkonda 2.5 saat kadar, şaftı kaymış tüy yumağının :)
Kapıyı açtım ama, bizim asilzade gayet aheste adımlarla, kuyruk dimdik söylene söylene içeri girdi, suratıma ters ters baktı, gitti mutfağın ortasına boylu boyunca uzandı :)
Ya ben sevgilimden önce çıksaydım evden?
O da kapatıp kapıyı gitseydi? 7. katta, balkonda 8-10 saat yalnız :/
Sevgilim gülmekten ağlarken benden fırçayı yedi! Gerçi ben de o sırada sırıtıyordum :) 
Bize ders oldu resmen.
Minnak; hala akıllanmadı tabiside. 
Daha balkon kapısının kulpunu tutmadan dibimde, o minik-pembe burun kapının camına dayalı :)

* Türkçe dersim şahane gidiyor!
Öğrencilerim 'soğuk soğuk karpus' yemeyi ve 'çorap' içmeyi seviyorlarmış!
Olsun, bu da gelişme tabiside :)
Şaka bi' yana, üç temel zamanda 100 den fazla fiil çekiyorlar, gurur duyuyorum nan! :)

* Kitap okuma yalan oldu son iki haftadır.
Bir sayfanın yüzünü açtığım yok.
İş-ev-haftada iki gün ders, beklenmedik bi' misafir, bi' piknik, iki film-bi' sinema, araya bi' proje yetiştirme, eğitimler vs. derken; imdak!
Zengince bi' apla yok mu beni evlatlık alsın? :) (abi de olur) :)))
Ne bi'lim bana ev alsın, o evi eşyayla donatsın, desin ki; kızım ye-iç-yat-oku, arada gez, al sana üj-bej bin harçlık, yay anasını satem! :)
Çok tembelim, çoooook! :)

* Tramvayda eve geliyorum; bi' duraktan 3 tane civan-delikanlı Türk genci bindi.
Başladılar ağza alınmadık küfürlerle kendi aralarında şakalaşmaya.
Öyle küfürler ki; kanatlanmışlar havada uçuşuyorlar!
Bi' durak, iki durak, üç durak derken inecekleri durağa geldiler. Ben de kapı yanında oturuyorum. Tramvay durdu.
''Bi' dahaki sefere daha orijinal küfürler kullanarak konuşun ki, Türkçe bilenler bile anlamasınlar'' dedim.
Suratlar şahaneydi! Pancarla Gül kurusu arası bi' tonda onları durağa heykel ettim.
Bu başıma gelen üçüncü olay burada. Hepsinde ''S.Ella durur mu? Lafı gediğine koymuş'' durumu yaşıyorum burada.
Edepsizler! Sonra ''Türkler kötü!'' oluyor... haklı adamlar, ne desek boş. 
Bizden hakkaten bi' cacık olmaz.

* Loto oynadım, umutluyum.
On melyon Te-Re-Ye cik bi' rakama tekabül ediyo.
Çıkarsa; herkesin evine benden klima! :)
Bas bas paraları yapmayı planlıyorum, akla gelecek en saçma salak şekilde ''para harcama görgüsüzü'' olmaya and içtim!
'Ona veririm-buna bakarım-hayır duası alırım-fakire yardım-fukaraya destek' gibi şeyler deyince yukardaki yemiyor abicim!
Bu sefer de böyle deneyeceğim şansımı; yok adam gibi-mantıklı düşünceler!
Paradan duvar kağıdı yaptırmak isteyen olursa; haberim olsun :)
(Oricınıl-yüzlük bankotlarla hemi de)

* Daha önceki bi' gönderimde bahsetmiştim; 'yeni çıkan yasayla pet shoplarda veya internet üzerinden canlı hayvan ticareti yasaklanıyor' demiştim.
Yasaklamışlar.
İnsanlar çok acayip.
İnsanoğlu dururken, şeytana ne gerek var anlamıyorum.
Bi' tasma gördüm az önce... 1000 Liracık.
Tasmayı alana yanında köpek hediye ediyorlar!
Pes! :/

* Bu ülkedeki evlerin balkonları, genelde totomun çapının iki katı büyüklüğünde oluyor.
Bizimkisi istisna :)
Bi' de balkonlarda su gideri olsa iyiydi.
Balkonun mu var-derdin var arkadaş.
Sileceksin! Silerek temizleyeceksin!
Sefası pek güzel ama silmesi... #£/(>@@>!!!!

* Gazeteleri de acayip zaten, el kadar.
'Ulusal-günlük gazete' deyimini burada şaka amaçlı kullanabiliriz.
Her yerde yerel gazeteler var, tirajları üj bin-bej bin.
Bi' de belediye başkanı ne yemiş, hangi sporcuları bilmem nerede ne kazanmış üzerinden gidiyor haberler.
Gel de arama şimdi, gazeteyi nasıl katlayacağımı bilemeden yaptığım iki saatlik Pazar sabahı kahvaltılarını.
Eklerini bile özledim yav :/

* 4. katta yaşayan, sürekli karşılaştığım komşuma pek sempatik geldiğimden olacak, beni her gördüğünde yüzündeki kocaman gülümsemesiyle çat-pat Fransızca konuşuyor.
Anladığımdan öyle emin ki; geçiricem bi'gün ağzının ortasına elimin tersiyle- merhabalaştığım tek komşumdan da olacağım.
Olmamak için ne diyoruz?
'Fransızca bile olsa merhaba merhabadır'... günün özlü sözü bu :)

Fotoğraftaki dili ısırmak-yemek serbesttir :)
Saygılar efem...

Görsel: Sahibinin sesi - Sittirella marka

Doktor bu ne? :)


Unutmak...
En ilginç özelliğim bu.
Kısa süreli hafızam neredeyse yok :)
Balıklar bana baksa ''Allaa şükür, bunun gibi değiliz'' derler. O derece vahim durumum :)
Bi' şeyi unutmamak istiyorsam 'öğrenmem' gerekir.
Mesela evde bi' yıldır ev telefonu var... sor bana numarasını? Bilmiyorum :)
Telefonuma kayıtlı, lazım olursa ararım ama ezbere bilmiyorum. Sevgilimin telefon numarasını ezberlemem yaklaşık 3 yılımı aldı :)

Herhangi bi' şeyi unutmamak istiyorsam hafızama kazımam gerekiyor.
Yeni bi' dil öğrenmek: işkence! Çünkü gördüğüm kelimeyi bağlayabileceğim hiçbi' şey yok.
Kendime özgü öğrenme teknikleri geliştirdim dolayısıyla.
Herkesten farklı şekilde öğreniyorum ve kalıcı olarak yerleştiriyorum hafızama.
Çok zaman alıyor ama buna değiyor.
Çünkü; öğrendiğimi asla unutmuyorum!

Gereksiz bulduğum hiçbi' şeyi hatırlamam mesela... mis! :)
Gereksiz insanların isimlerini, numaraları, bilgileri, gereksiz bir ayrıntıyı... hiçbirini hatırlamam.
Hatta, hatırlamamak istediğim olayları seçer-silerim.
Herkese-her yere- her olaya ait bi' dosya var sanki kafamda. Kullanmayacağım-fazlalık olduğuna inandığım hangi dosya ise, kaldırır-atarım.
O dosyaların izi kalıyor elbette, arada bi' ses, bi' bilgi çat diye geliyor aklıma... sonra düşünüp duruyorum: ''Bu anımsama nerdendi? kimdendi?'' Az zorlarsam resmen dosya kurtarma işine giriyor beynim, hatırlamak için o izi.
Yorgunluk :/
Kimbilir kaç yüz kere, erkek kardeşimi arayıp: bu nerdendi? diye sormuşumdur, bilmiyorum :)
Sağolsun... onda sistem farklı çalışıyor, her seferinde gerekli açıklamayı yapar, içimi rahatlatır.
Ama her anıma ortak değil ki o... elbette soramayacaklarım oluyor.

Sürekli bir düşünme halindeyim. Ne düşünüyorsun? sorusuna ''Hiiiiiç!'' cevabı verenlere hayranım.
Bana bu soru sorulduğunda arızaya bağlıyorum, çünkü o an kaç tane şey düşündüğümü ve bi' anlatmaya başlarsam kaç dakika alacağını bi' bilseler... :)

Benim için önemli olduğuna, unutmamaya değecek olduğuna inandığım her şeyi ise ''dosyalarım'.
Bu işimde de geçerli.
İşimi, rolümün sorumluluklarını ve gerekliliklerini öyle iyi/detaylı öğrenir ve kazırım ki beynime; işimle ilgili bir konuda konuşuyorsam eğer hata payım neredeyse yoktur.
Herhangi bir konuda konuşuyorsam; laf olsun diye konuşmam, atmam-tutmam.

Yan etkileri de var elbette :)
Mesela; yalan söyle-YE-mem :)
Bazen çok isterim ama yapamam :)
Unuturum çünkü!
Denedim, yüzüme-gözüme bulaştırdım, dersimi aldım :/
Bir konuda yalan söylesem, bir süre sonra biri o yalanım hakkında bir soru sorsa apışıp kalırım, rezil olurum :)
Bu sebeple doğruyu söylerim... ya da susarım. Doğru olanı kazımışımdır beynime çünkü. Sorsalar aynısını söyleyeceğimdir. Susuyorsam da, durumu kurtarmak adına yalan söyleyip sonra başıma gelebilecek rezilliği yaşamak istemediğim içindir.

Kitap okumayı severim mesela... okuduğum kitabı unuturum sonra :)
Çünkü, unutmak istemiyorsam, beynime kazımam gerekir. Kim uğraşacak yüzlerce kitabı hatırlamayla? Devreleri yakarım uğraşsam :)
O sebeple, okuduğum bi' kitabı, aradan bi' süre geçtiğinde aynı keyifle okuyabilirim :)
Okuduğu kitabı/karakterleri asla unutmayan, alıntılar yapabilen insanlara özenirim.

İşin en kötü yanı; çocukluğum ve ilk gençliğim neredeyse kayıp :/
O zamanlar bu dosyalama tekniğini bilmiyordum. Kazımamışım hiçbi' şeyi beynime :/
İlkokul öğretmenimi biliyorum. Babamla aynı isme sahip :) Aynı zamanda babamın da öğretmeni. Nikah şahidim bile oldu. Ama onu hafızama nasıl yerleştirmiştim dersiniz daha minnak bi' kızken?
İlk eşi intihar etmiş... tarım ilacı içerek. Ölmüş.
Bu hikayeye şahit olduğum anı dün gibi hatırlıyorum.
Kazınmış beynime, asla unutmadım.
İlkokul arkadaşlarım... sadece iki komşu kızımızın adını hatırlıyorum ve akrabamız olan bi' çocuğu.
Bi' de, annesi kahkül keserken kaşlarını kaldırıp-kahküllerine baktığı için, annesi de kaş hizasına göre kahkül kestiği için okula ertesi günü iki santim kahkülle gelen kızın adını hatırlıyorum :)
Onu da böyle yerleştirmişim beynime, farkında olmadan.
Benim öğrenme biçimim herkesi-her şeyi bir olaya/bir hikayeye bağlayarak hafızama yerleştirmek.

Ortaokul kayıp...
Yan komşumuzun kızı var aklımda; -daha önce bir gönderimde bahsetmiştim bu kızdan; Aysun- trampet takımında baş trampetçi olmak için finalist idik onunla.
O olay da dün gibi aklımda.
Bi' kızı hatırlıyorum: matematik öğretmenim babasının arkadaşı olduğu için, dönem ödevimizden bana 100 üzerinden 97, ona 100 vermişti; düpedüz haksızlıktı.
Sonra sevmedim o öğretmeni... hem de hiç! Matematikten nefret ettim. Hayatımın hesap-kitap-matematik kısmının kararmasına sebeptir kendisi.
Bir arkadaşımın sesi şahane idi. Sezen Aksu şarkıları söylerdi. Müzik dersinde öğretmenimiz ona şarkı söyletirdi.
Bana ilk kedi yavrumu -erkekti adı da Yumak idi- o vermişti.
Unutmadım.
Bi' de hep okul birinciliği için çekiştiğim çocuk. Sanırım benden hoşlanıyordu :)
Ben birinci olursam, o ikinci olurdu.
İkinci olduğum dönemlerde ise notlar aynı olduğu halde puanlamadan kaybetmişimdir.
Evet, ben ders çalışmayan ama okul birincisi olan bir inektim! :)
Gerisi? Bir kaç kişi/an/öğretmen dışında hepsi kayıp.

Hep 'Bi' acayip' idim.
İlkokula başlamadan okuma-yazmayı öğrenmişim.
Ki, bu beni diğer disleksiklerden ayıran en önemli özelliğim.
İlkokul 3. sınıfta, 5. sınıfların bilgi yarışmasına almışlardı beni, iki tane 5. sınıf arasında oturuyordum!
''Sorarlarsa, beşinci sınıfım diyeceksin'' demişlerdi... resmen hileye katılmışım! Bunu sonraları anladım. :)
Kazanmıştık o yarışmayı.
İlkokul son sınıfta iken, ortaokul son sınıf sınav sonuçlarını çözüyordum.
Ben hiç ders çalışmadım.
Derste dinler... hatta dinlemez, konuya kendimi kaptırır, öğretmenin anlattığı konuyu resmen yaşar, zil çaldığında defterimi kapatırdım. Sonra açıp bakmazdım çünkü yaşardım-kazırdım konuyu beynime-unutmazdım.
Herkese göre ''çok çalışkan''dım...çok zeki... çok bilmem ne.
Bi' allaaan kulu da çıkıp: 'Bu kız zeki olabilir, iki evin şımarığı olabilir ve hatta tatlı-deli olabilir ama bi' şeyler anormal... hiç kendi yaş seviyesinde olmadı.'' demez mi arkadaş ya?
Ne özel eğitim aldım, ne de teklif edilen sınıf atlamaları ailem tarafından onaylandı.
Paşa paşa okula gidip-gelip yıllarımı harcadım.

Üniversitedeyken de bu böyle idi; hatırlamam ki bi' derse üç gün üstüste devam edeyim...
Çalışmaya başladım.
Zamanı geldiğinde, ''tamam, gidip sınavların hepsini geçip-mezun olayım artık'' dedim ve bunu yaptım.
Vize/Final zamanı kantinde kızlar sabahlar/ineklerdi :)
Ben çay-kahve-kahkaha, resmen ortalığı sulandırırdım. Sözde ders çalışırdım.
Bi' kez okurdum... anlatılanı beynime grafiklerle kazırdım. Konuyu güncel bir olaya bağlardım ve bitirirdim öğrenme işini, gidip yatardım.

Dikkat ettimde.. konuyu en basite indirgeme işini hala yapıyorum.
Geçen gün, konferans görüşmede iken, Hollanda'dan bir şirket çalışanına:
''Olayı basitçe açıklayayım. Mesela diyelim ki,  bizim Carrefour zinciriyle anlaşmamız var. İmzaladığımız anlaşma ise ''sebze ve meyve alımı'' olarak imzalanmış. Ama siz Carrefour'a gidip, şampuan almak istediğinizde, bu imzalı anlaşma geçerliliğini kaybediyor/kullanamıyoruz...'' diye başlayan bir açıklama yaparken buldum kendimi.
Bu kadar mı basite indirgerim beynimde olayı be arkadaş?
Anlaşma dediğim-harcama dediğim olay öyle karışık ki aslında... ama ben olayı bi' meyve-sebze-şampuan örneğine indirgemişim... pes! :)

Bu konu çok uzadı, aldı başını gitti :)
Diyeceğim o ki;
Okuma-yazmayı/konuşmayı geç öğrenme, hantal olma/elleri konuşurken kullanamama, rahatlıkla empati kuramama, okurken başağrısı/mide bulantısı hissetme gibi bir kaç klasik belirti haricinde; tamam, öğrenme bozukluğu disleksiye dair tüm belirtileri taşıyorum.
Şu yazıyı bile baştan sona üç dört kez okuyup düzeltmem gerekti :/
Tüm harfler yine kaymış, cümleler tekrarlanmış... alıştım artık buna.
Disleksi, hem disgrafi, hem de discalculi'nin yanı sıra başka şeyler de var :/

Otuzumda, bana gecikmeli ''Disleksi'' teşhisini koyan doktor dahil, kimse ne olduğunu bulamıyor :(
Disleksinin yanısıra ne gibi bi' süper güce!!! sahipsem artık, bunu bilmek, diğer sorunumdan ayırmak, tedavi yoluna gitmek ve daha verimli/beyne hararet yaptırmayan türden hatırlama/öğrenme tekniği bulmak zorundayım. :)

Sizin de varsa ailenizde, çevrenizde biraz farklı davranan çocuklar, lütfen zekasına-dehasına verip ardını aramamazlık etmeyin.
''Benim yavrum zeka küpü, anasına çekmiş ne de olsa!'' larla olmuyor.
Yaşıtlarından üstün/geri/farklı olduğu herhangi bir durumda lütfen bir uzmana danışın.
Belki o zeka, özel tekniklerle daha da verimli hale getirilebilir ve çocuğunuzun yetenekli olduğu bambaşka bir alana doğru şekilde yönlendirilebilir.
Çok geç kalındığında, benim gibi; otuzundan sonra, daha fazla zaman kaybetmemek için kendini paralayıp duran birine dönüşebilir.
Belki de ben bambaşka bir alanda muhteşem işlere imza atacaktım? Kimbilir...
Gerçekten çok zor.
Peeeeef!!!
Doktor bu ne? :)

Görsel: Dyslexia by ~MijnHauteCoutuur

Aklını kendine saklasaydın



* Olmuş Haziranın 14'ü... hala uzun kollularla, şemsiyelerle, kapalı ayakkabılarla geziyoruz.
Yılda 8 ay kar-kış, 4 ay da yaz gelsin diye ummakla geçiyor :/

* Bu sabah gözümü açtığımda ağzıma dayanmış iki tane pati buldum :)
Oturmuş minnak göğsüme, dayamış patileri ağzıma, dikmiş gözleri üzerime; resmen nöbet tutuyor.
Sevgilim bile beni uyurken bu kadar sık ve uzun süre seyretmemiştir ... te allam :)
Yer misin? Sever misin? :)

* Bugün dersim var :)
Türkçe temel dil eğitimi alıp devam etme şansı yakalayamamış iki kafadar gelip beni buldular.
haftada 2 gün-toplam 3 saat ders veriyorum :)
Kaynak kitaplarım var, resmen oturup ders programı hazırlıyorum :)
Çok sevdim bu öğretmencilik işini... ne güzelmiş birilerine -gerçekten işe yarayacak- bir şeyler öğretmek :)

Bakın öğretmenlik dedim de... hemen iki şey aklıma geldi.
İnsanlar çok kötü! :/

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde...
Pireler tellal iken,  Türkiye'de SBS-LYS-GBS-KPSS gibi afili kısaltmalar yokken...
Çeyrek asır kadar önce ortaokul son sınıfta sınavlara girmiştim.
Fen Lisesi-Öğretmenlik Lisesi ve de Sağlık Kolejini kazanmıştım.
Duymuştuk ki; Fen Lisesi'nde okumak pahalıydı :/
Daha doğrusu, Fen Lisesi'nin ne gibi bi' artısı olduğunu kimcecikler bilmiyordu.
Diğer iki okul, 4 yılda meslek sahibi yaptığı için anne-babamın aklına yattı.
Ama tabikisi de bi' bilirkişiye danışmak gerekiyordu; sütannemlere gezmeye gittik.
Benim süt annem var :) İki de süt kardeşim; biri kızkardeşim-biri abim :)
Sütannem öğretmen, babam da öğretmen -yani sütannemin eşi... her ikisi de ilkokul öğretmeni :)
Gittik, dedik; durum bu-bu ve de bu.
Sütannemin ağzından ilk dökülenler: ''Aman diyeyim öğretmenlik okulunu aklına bile getirme!''
Sonra devam etti; biz de böyle bi' okuldan mezun olduk, çekmediğimiz çile kalmadı. Hem, öğretmenlik iyi-hoş görünüyor ama dert! Öyle zor-böyle stresli, o kadar çocukla uğraşmak öyle yorucu-böyle sıkıntılı.
En iyisi hemşire olması! Sağlık kolejine gitsin, mis gibi dört yılda hemşire olsun. Hem bir sürü imkanı olur -sanırım burada imkan = doktor koca oluyordu onun için- benim tavsiyem budur.

Paket yaptılar beni; doğru Bolu Sağlık Koleji'ne :)
Gittim,  gördüm, döndüm efenim.
Sevmedim!
Üçüncü gün bi' dağıttılar kitapları; amanin!  Kan gövdeyi götürüyor, doğum fotoğrafları vs.
Geceleri kızlar yorganı çekiyorlar kafalarına ağlıyorlar falan.
Bi' avuç jetonum vardı, aradım babamı; ''ben geliyorum!''dedim.
Döndüm, normal lise kayıtları bitmişti, bin bir türlü zorluk ve işlemden sonra nihayet kabul ettiler de normal/düz/bildiğin dümdüz bir lisede eğitimime devam ettim.

Lafı nereye bağlayacağım?

Hani benim ''Aman diyeyim öğretmen olmasın!'' diyen sütannemin özbeöz çocukları :/
Süt abim ve süt kardeşim...
İkisi  de öğretmen oldular :)

Belki de ben şapşahane bi' öğretmen olacaktım kimbilir? :(

Ağzımızdan çıkan, en basit- en sıradan-en önemsiz görünen cümleler bi' insanın hayatını baştan sona değiştirebilir.
O sebeple; kime ne söylediğimize, ne öğüt verdiğimize dikkat edelim...
Bi' de; herkesin verdiği akla pek güvenmeyelim.

Glasses by ~Alisabeth56

Sittir Git!



Bakmayın başlığın böyle sert olduğuna... aslında şeker gibi bi' gönderi yapmaya niyetim var çünküm uzun zamandır 'Bugünlerde ben' yazısı yazmamıştım :)

Eminim çok merak etmişsinizdir bugünlerde neler yaptığımı.
Hani, işiniz-gücünüz yok, sürekli 'Acaba Sittirella ne yapıyordur şimdi/şu anda?' diye düşünüyorsunuz ya... :)
Hani, dünyanın merkezinde ben varım, dağlar-ovalar ve de yeşil vadiler benim eserim ya... :)
O sebepten sizi daha fazla merakta bırakmayayım dedim :)

Teallam yareppim! :)

Bugünlerde ben, bissürü blog takip edip, bol bol tespit yapıyorum  :)
Hatta ve hatta -zamanım çok bolsa- oturup blog tutmaya ilk başladıkları günden itibaren yazdıkları her şeyi okuyorum takip ettiğim bloggerların :)
(Ne acayip bi' kelime oldu bu: bloggerlar :P )
Günden güne değişimlerini görebiliyorum yazdıklarında, nereden-nereye geldiklerini görüyorum, çok eğlenceli oluyor :)
Bazıları çirkin ördek yavrusu'ndan kuğu'ya dönüşüyor, bazıları ot gelip .ok gidiyor.
Bazıları da, izleyici sayısının 101'e ulaştığı an kendini dünyanın hakimi ilan ediyor ki, bence en eğlenceliler bunnar :)))

Neyse, dağıttım-toparlıyorum konuyu :)
Bugünlerde, anlamadığım-anlamlandıramadığım ve sanırım asla anlayamayacağım şeyler dönüyor bu blog aleminde, vay anam ki, ne vay vay! :)
İstisnalar kaideyi bozmaz demeyeceğim bu sefer, az sonra yazacaklarımı yapan herkes benim gözümde;
.......   .........  .........! :)

Meselam: bi' blogger doğurmuşm yapmış... taaaa üj-bej-on yıl önce; anne olmuş.
Aman ne güzel, uzun-mutlu ömrü olsun çocuğunun, çok güzel günlerini görsün işşallaa.
Anne olmak güzeldir elbet, boşuna demiyorlar cennet bile ayaklarının altında diye... herkesin ulaşamayacağı 'rütbe' :)
Minicik bi' mucizeye ortak oluyorsun, bedeninde yavrunu büyütüyorsun, dünyaya getiriyorsun... şahane!
(Senden başka canlılar da bu mucizeye ortaklar. Hem de beş-on tane birden dünyaya getiriyorlar, yavruların göbek bağlarını da dişiyle kesenler-diliyle temizleyenler de var... bu da bilgine)
Ama.... iş bloglamaya gelince .okunu çıkarıyorsun.

Bu arkadaş ne doğurduysa artık, sanırsın tek çocuk onda var :)
Çocuk değil; dünyada eşi-benzeri olmayan, gözyaşları elmastan, yımırta yese-gökkuşağı .ıçan bi' masal kahramanı doğurmuş.
Çocuğu doğuran dünyaya getiren kadın, -artık nasıl bi' evrim geçirdiyse doğum esnasında ve sonrasında- beyin kapasitesi açılmış, hayata bakışı değişmiş, bi' gelişmiş-bi' bilişmiş... bulamadım uygun kelimeyi buraya :/

Nassı desem? Einstein yanında .ok yemiş!
O kaddaaa yani :)
Her bi'şeyin en iyisini o bilir olmuş, en güzel annelik tavsiyelerini o verir olmuş, çocuk gelişiminin kitabını yazar ve hatta kitabını bırak, tarihini sil baştan yazar olmuş :)
Bugüne kadar ne yazılıp-çizildiyse yalandır ve de yanlıştır, o ne derse odur- kayıtsız-şartsız doğrudur olmuş.
Çocuğu ne dedi - ne yedi - ne içti - ne renk .ıçtı? bilmemiz şarttır :)
Nan, herkesin var çocuğu-evladı.
Herkes paylaşıyor çoluğunun-çocuğunun fotoğraflarını... elbette paylaşacak, hayat paylaştıkça güzelleşir :)
Ama kimse tutup 'bu oğlum Kaval Can, bu da çektirdiğimiz çürük dişi. Bakın, çürük dişi bile hepinizin çocuğunu döver!'' demiyor be... en fazla ''yavrumun dişi çıktı, ağrısı var'' diyor elalemin anneleri.

Böyle bi' blogger ile karşılaştığımda;
''Günün birinde kazara çocuğum olur ise, nasıl bi' anne olmamam / nasıl bir canavara dönüşmemem gerekir'' dersi alıyorum.

*   *   *

Meselam; 'Bugün ne giydim?'cilerden bi' örnek vereyim.
Arkadaş, bugün ne giydiysen giydin... pek yakışmış-maşşallaaaaa... da, giydiysen bana mı giydin? :)
Yok efenim neymiş?
Rengarenk fırfırlı bolerolar bu yaz çok modaymış... herkeşler peşpeşe fırfırlı bolero paylaşıyormuş... özentilermiş.
Çünküm bu hanfendü, sarı renkli-fırfırlı boleroyu ilk olarak bi' yıl önce, kombinlemiş -hemen oraya linkte yapıştırılır/fotoğraf koyulur tabi, ispat olması açısından- eee? 
Taaaa bi' yıl öncesinden biliyormuşmuş oluşacak trendi!
Bi' adım daha ileri gidelim: modayı yaratıp - modaya yön veriyormuş! :)))))
Nan... nan! Bi' dur be... parmakların ne yazıyor bi' kontrol et be! 
Orda 'Backspace' denen bi' tuş var, bas ona, korkma ısırmaz... sen yeter ki bas :)
Okuyan da, seni bi' Coco, bi' McQueen sanacak :)

Bi' kendini beğenmişlik- en iyi benim!cilik fırıl fırıl dönmekte blog aleminde.
Kendini ispatlama, başkalarına 'üstünlüğünü' kabul ettirme çabası...
Anlayamadım-anlamıyorum-anlayamayacağım.

Bi' kere şunu peşin peşin kabul edelim; hepimiz insanız, eksiğiz, kusursuz imalat değiliz.
Bi' kere hepimiz osuruyoruz pırtlatıyoruz, var mı ötesi?
Hiçbirimizin çişi cam göbeği rengi değil.
Bi' ay yıkanmasak; hepimiz leş gibi kokarız.
Hepimizin hayatında yasyamuk bi' şeyler vardır.
Hiçbirimiz mikkemmel! değiliz, mükemmele sahip de değiliz.
Eşit derecede tamamız- eşit derecede eksiğiz.

Hepimizin çok iyi bildiği bi' konu tabisi de vardır;
Ebru Şapşallı bile Pilates gurusu bu ülkede :)
Onun bile var senden-benden iyi bildiği bi'şi.
Bildiklerimizi paylaşmak iyidir-güzeldir; hayat paylaştıkça daha da güzelleşir.
Ama, insanca paylaşıldığında güzeldir.

Ama, sen kalkıp;  ''Onu da bilirim-bunu da bilirim ve hatta şunu da bilirim, ötekileri de bilirim, her şeyi bilirim, her şeyin en iyisini ben bilirim'' diyorsan...
Kalkıp, kendi bildiğini-bilgini paylaşmak yerine 'bilmişlik' yapıp burnundan kıl aldırmıyorsan...
Dediğin dedik-öttürdüğün düdük ise...
Hele bi'de kendi bildiğini-sevdiğini başkasına zorla kabul ettirmek için demediğini-yapmadığını bırakmıyorsan...
Hakkaten, çok içimden gelerek söylüyorum: Sittir Git!

Demek ki neymiş?
Bugünlerde ben azıcık atar yapmak istemişim  :)
Bu' da böle bi' gönderi oldu işte...

... to be continued...
...devam edecek...

Hanimiş: Bu gönderinin oricınıl hali pek bi' küfürlümsüydü... çok bi' fena idi.
Bu sabah yayımlanacaktı... son dakikalarda taslağa çevirdim.
Bu edeplenmiş-uslanmış hali yani... saygılarımlan arz iderim.



Görsel: Deviantart stop that riot by ~theAliensExist

Dört pati ve bir gökkuşağı hikayesi

Gecenin bir yarısı uyuması gerektiğini hatırlayan bu bünye, başını yastığa koyduktan -sanırım- bir-iki saat sonra gürültüyle uyandı.
Sesler aynen şöyle idi: Tık! Tııııırrrrrrrrrrrrrrkkkkkkt! Pat! Tırrrrrrrrrkkkk-Taka!Tak!Pat!
Uyku sersemi az koktum sanırım. Yataktan kalkarken, 'Uçan Adam Sabri' modunu açtım: Allaaaağğğğğğhhhh!
Ses neymiş?
Minnak portakal, sabahın köründe pinpon (pingpong?) topuyla oynamaya karar vermiş. Topu da sıkıştırmış köşeye -böyle ayakkabılıkla paspas arasına- çift pati top oynuyor! Sektiriyor, duvara pas veriyor, gelişine rövaşata çakıyor falan.
Dedim ''Gızım Bak Git!''
Aldım topu patilerinden, koydum yastığımın altına, vurdum kafayı yattım yeniden. Saçma salak rüyalar gördüm, en korkulusundan :/ Çok ünlü artistlerin olduğu bi' filmin içine düşmüşüm ama film gerilim filmi. Başrol oyuncularından biri benim, hem de kurban rolünde! Adam beni arıyor arkadaş filmde fellik fellik! Bulursa karnımı kesecekmiş! :/ İçinden bi'şi alacakmış! Ne saklanmalı, ne kaçışlı, ne adrenalinli rım-tım! rım-tım! bi' filmdi be!
Kahvaltıda kendi kendime yorumladım rüyamı: totom açıkta kalmış ve de son günlerdeki tartışmalardan etkilenmiş bilinç :/ Karın yarmalar, doktor masaları felan :/ Ne kadar takılmamaya çalışsam da bilinçaltı çıkarıyor acısını bi' yerden işte. Neyse, ben bu rüyanın içinde kaçarken, korkarken, kovalanırken, saklanırken başka bi' ses duydum. Kırççç! Tırrk! Pat-pata da pata da! Kırrrç! Ama bu sefer bünye idmanlı :) araladım gözümü, baktım. Bizimki tutmuş içi çıkırdaklı-şakırdaklı faresini kuyruğundan ağzıyla, bi' sağa atıyor-koşuyor uzaklaşıyor sonra dört pati üzerine atlıyor, bi' sola atıyor-koşup uzaklaşıp anında dönüp dört pati üzerine atlıyor. Fare fare olalı böyle eziyet görmemiştir arkadaş! :) Kızamadım bu sefer, o filmli kabustan kurtardı beni minnakım :) Hem fareyi de yastık altına koyacak halim yoktu, benim uyku da hazır hiç olmuşken, kalktım yataktan.
Saat olmuş 06:30... alışık değilim bu saatte uyanmaya, değişik bi' tecrübe oldu bana da. Uykusuzum be, sarhoş gibiyim :/ Ama güne şahane bi' başlangıç yaptım :) Şehrin güne uyanışını izledim... kahvaltı hazırladım yolculuk öncesi Maria'ma :) Karşılıklı kıkırdadık, bi'daha ki buluşmaya plan yaptık falan. Son gelen yorumları ve selamları ilettim... sevindi :) Maviş gözleri ışıl ışıl ''yazan olursa sevgilerimi ilet, yine gelecek-yine poz verecek' de diye de sıkıca tembihledi :) Şimdi çıktılar kapıdan, çıkmadan önce elbetteki 'Tren Yolculuğu Kombini'ni fotoğrafladım :)

Sonra aklıma uzun süredir Minnak'ın fotoğraflarını paylaşmadığım geldi :)
Dedim bi' kaç kare paylaşayım.


Üstteki fotoğrafta, Mama Maria'nın koltuktan kalkmasını fırsat bilmiş olan Minnak, bulmaca kontrolü yapıyor.

Alttaki fotoğrafı da sanırım dün çektim ama şu an yine aynı pozisyonda dinleniyor hanfendü... malum, bu gece çok yoruldu, çok koşturdu :) Pingpong toplarını sevgilim bi' kaç gün önce almış gelmiş. Bizimki bayıldı, dört dönüyor evde resmen. Altı toptan üçü kayıp, kimbilir nereye sıkıştırdı? Bulamadım :) Biri yastık altında... hala vermiyorum. Kafa şişiriyo! :)


Şu tüy yumağını görünce aklıma geldi;
Geçen gün banyoda tarayıp-fırçalıyorum bu düdüğü... aldı hevesini fırçadan yana, gidip oynamak istedi. Ben de fırçalamayı daha bitirmediğimden, kucağımdan gitmesine izin vermedim. Bir zorladı, iki hamle yaptı... baktı kaçış yok; yüzüme bakıp resmen -kısacık da olsa- tısladı! Beni korkutacak güya! Ben de -nasıl yaptım bilmiyorum- ama öyle bi' tısladım ki gözlerine baka baka (dişlerimi de azıcık göstererekten) gözleri faltaşı gibi açıldı, kuyruğu kıstırdı... bi' daha da kaçmak için hamle bile yapmadı. O gün bugündür şeker gibi... ne bi' şımarıklık yapıyo, ne bi' agresiflik belirtisi gösteriyor. Ben yanına gelince kendini yere atıyor, kuyruğu az kıstırıp 'sev beni' moduna geçiyor. Sanki bana azıcık çekiniyor-korkuyor gibi geldi :/ Bilmeden yanlış bi'şi mi yaptım ben o tıslamayla? :/

Neyse.
Pazar günüme aktif başlangıç yapmadan önce Tren Yolculuğu Kombini'ni de koyayım şuraya, tam olsun :)


Gömlek : Bilmiyom!
Pantolon: Bilmiyom!
Çanta: Hiç bilmiyom! :)
Saat-Takı: Dünküsünün aynısı :)

Bi'de gökkuşağı fotoğrafı paylaşayım gitmeden. Yannız bu ilginç bi' gökkuşağı. Şakır şakır yağmur yaparken ve gökyüzü gıpgri bulutlarla kaplıyken -akşam- ortaya çıktı! :) Ne güneş vardı ne bi'şi ortada. Nasıl oldu-oluştu ben de anlamadım.Fotoğrafta da gördüğünüz üzere dik idi! :) Başlangıcı olan-bitişi olmayan bi' gökkuşağı. Mikail'in canı sıkılmış galiba, bi'de böylesini yapayım demiş :) Du' bakalım daha neler görücez bu memlekette.



Şimcilik 'bu gaddan' :) Gelirim, bi' gönderi daha yaparım belki. Bissürü 'taslak' var yazı listemde, paylaşayım sık sık, aradan çıksın hepiciği :)
En gülücüklüsünden olsun Pazar'ınız :)

Görsel: Sahibinin sesi - Sittirella marka

Kombin yapdım! :)

Hanimiş: Mama Maria burada gaza geldi, yorumları bizzat çevirttiriyor ve tatlı tatlı kıkırdıyor :)
Yorum yapıyor, benden de öpücükler, benden de sevgiler diye.
Kaldıramıyoruz bilgisayarın başından hatunu :)
Bi' koşu gidip cüzdanından 'yirmili yaşlar' fotoğrafını da getirdi, 'bunu da koysaydın ya' dedi :)
Kırar mıyız hiç onu?
Çektik efenim fotoğrafını, buyrun hanfendünün yirmili yaşlarını da görün:



Ay ay ay! :)
Kombin gönderisi hazırlıyorum, helecanlandım :)
Bugünneri de görmek varmış kısmette demek ki.
Blog blog olalı kombin yayımlamamıştım, her şeyin bi' ilki varmış :)
Hazır mısınız?
Ta-taaaam!
Karşınızda Mama Maria!


Slavların 60+ yaş grubundan alışveriş çılgını güzeli  :)
Bu botları bugün almış... dedim ''giy-çekicem, blog sayfama koyucam resmini''.
Hemen oracıkta giydi cici pabuçlarını :)
Budur efenim!
Benim ünlü olma yolunda hızla ilerleyen kalınvalidem :)
Aslında onun maceralarını seri yapsam sanırım blog sayfam tıklanma rekorları kırar, hepsi birbirinden helecanlı, güldürüklü alışveriş maceraları var hatun kişinin.

Meselam; bu sabah ben uyurken erkenden alışveriş yapmaya karar vermiş. Haklı da sebebi var elbettekine: evde tuz bitmiş. :)
Tuzsuz ev olur mu? Olmaz tabikisi de. Carrefour'a gitmiş tuz almaya.
Yeminne söylüyor: sadece tuz alacakmışmış ama bakmış 'indirim' yazısı var bir reyonda, demiş ''bi' bakayım''. Hakikaten de indirmişler fiyatları... sudan ucuz yapmışlar her bi' şeyi o reyonda. Dayanamamış; bir çift bot, bir çift ayakkabı ve bir çiftte terlik almış. Botlar sonbahar içinmiş, şimdi çok ucuzmuş, yazdan almakta yarar varmış, mevsiminde alınca çok pahalıya geliyormuş, böyle fırsat kaçmazmışmış. Beyaz terlikler  suda giymek içinmiş, yakında su terapisi başlayacakmış, üç hafta gidecekmiş, yalın ayak olmazmışmış. Hem zaten çok ucuzmuşmuş terlikler  :)
Ayakkabılar da bi' ucuzmuş, bi' ucuzmuş - duyan da sanacak almayanı dövüyolar da dayak yememek için almış masumum :)

Tuzu da almış ama unutmamış ;)

Dün de bana iki çift terlik almıştı-bu sefer tutturmuştu zevkimi- dedim ''ver cici pabuçlarını çekicem toplu fotoğrafı 'iki günün hasılatı' diye, koyucam blog sayfama'' verdi :)
Buyrun!


Ortadaki iki çift benim, ev terliklerim.
Malum yaz günü parmak arası şıpıdık-çıpıdık rahat oluyor :)

Şimdi kombin detaylarına gelelim;
Kahverengi üzeri pembe çiçekli t-shirt: GEORGE
Ebruli desenli retro etek: ESPRIT
Kahverengi yapay deri botlar: CARREFOUR (Meyd in Çayna olabüle)
Tırmısı taşlı saat: PERFECT
Göremediğiniz ama kulakta ışıldak ışıldak yakalayacağınız taşlı takı seti: ZARA

Bugün şeker-karabiber-domates gibi bi' şiler bitireyim evde, bahane yaratayım yine alışverişe :P
Bakalım bu sefer neyle dönecek, hakkaten merak ediyorum :)

En gülücüklüsünden olsun Cumartesi'niz!

Görsel: Sahibinin sesi - Sittirella marka

Bir Ayrılık / A Separation / Jodaeiye Nader az Simin


Yönetmen: Asghar Farhadi
Senaryo: Asghar Farhadi
Oyuncular: Peyman Moadi, Leila Hatami, Sareh Bayat, Shahab Hosseini, Sarina Farhadi, Ali-Asghar Shahbazi, Kimia Hosseini
Tür: Dram
Dili: Farsça
Yapım yılı: 2011
Vizyon tarihi: 01.07.2011
Süresi: 123 dakika
Bağımsız film / Kişisel bütçe
IMDb puanı: 8.5
Benim notum: 8.5


Simin ve Nader evli bir çifttir ve Termeh adında 11 yaşında bir kızları vardır.
Simin, kızlarının daha iyi bir eğitim alıp, daha iyi bir şartlarda yetişmesi için İran'dan ayrılmak istemektedir. Bu amaçla, 18 ay uğraşarak nihayet onları İran'dan çıkaracak vizeye sahip olmuştur ve vize süresinin bitimine çok az bir süre kaldığı halde eşi -yani Nader- gitmemekte kararlıdır. Simin'in isterse gidebileceğini ama kendisinin yaşlı ve Alzheimer hastası babasını yalnız bırakamayacağını ve onunla gitmeyeceğini söyler.
Simin buna tepki olarak boşanma davası açar ve film tam bu noktadan, Simin ve Nader'in hakim karşısında savunmalarını yaptığı andan başlar.

Su gibi akıp giden film... beklediğimden çok daha iyi idi.
İslami toplum ve yaşam biçiminin en çarpıcı örneğinin sergilendiği İran'da, ahlak, inanç, toplum baskısı, gelenek, farklı sınıfların yaşam biçimleri ve ilişkilerine ayna tutan çarpıcı bir film.

Akademi Ödülleri'nde 'En İyi Yabancı Film' Oscar'ını kazandı.
Oscar hazırlığını, Berlin Uluslararası Film festivalinde, 'En İyi Film', 'En İyi Kadın Oyuncu' ve 'En İyi Erkek Oyuncu' ödüllerini alarak yaptı.
Aynı zamanda, Altın Ayı ödülünü alan ilk İran filmi olarak tarihe geçti.
Onlarca festivalde ödül alarak (sanırım yirmi küsur ödül) ayrı bir rekora imza attı.


İyi-kötü, doğru-yanlış, haklı-haksız taraf tutmadan, yargılamadan, olayları önümüze seren ve soru sormadan izleyeni seçim yapmaya, karar vermeye yönelten bir film.
Duru... diyaloglar, dış ortam, ev ortamları alabildiğince doğal.
Özellikle film konusunun derinliklerine girmeyeceğim ki, izlemeniz için bir sebep olsun.
Size, daha başlar başlamaz beni ekran karşısına çakan cümleleri verip, ekşi sözlük'ten de yazar görüşlerini alıntı yapacağım.
İzleyip-izlememe kararını buna göre verin.

Beni can evimden vuran diyalog:

Simin: Baban Alzheimer hastası ve onun oğlun olduğunun bile farkında değil!
Nader : Olsun, ben onun babam olduğunu biliyorum!


Ekşi Sözlük'ten:

film çok kalabalık, gürültülü ve bir o kadarda yalnız ve sessiz. hayatın içinden olması dolayısıyla hiç sıkılmadan sadeliğin verdigi ihtişamla izlenilebilir bir film. özellikle işsiz adamın rolüne hakim olması çok etkileyiciydi. o nasıl bir gerçekliktir, hayran olmamak elde değil. çok sevdim filmi.
(fu27, 22.12.2011 02:08)

hikayesi, adalet, sorumluluk, aile ve vicdan kavramlarının yarattığı çatışmalar üzerine kurulu olan, üzerine daha uzun uzun konuşulabilecek, etkisinden uzun süre çıkalamayacak, her izleyenin beynine yavru bir tilki hediye eden film. izleyin, izlettirin.
(basketbol topuna kundurayla vuran cocuk, 25.12.2011 21:44)

öyle çok ahım şahım bir sinema kültürüm yoktur, arada bir geceleri açarım daha önceden belirlediğim filmleri, hareket aksiyon aşk meşk felan yoksa, umduğumu bulamadıysam yarısında kapatırım yatar uyurum. bu filmde aksiyonu göremedim, aşk meşk desen, onu da göremedim, ama oturup sonuna kadar izledim. hakkaten, harika bir filmdi. neresinden bakarsan bak, her karesinde ikilemlerin olduğu bir filmdi. bir çocuğun annesi ile babası arasında kalmasını mı dersin, bir babanın babası ile karısının istekleri arasında kalmasını mı dersin, bir annenin kızı ile, hayalleri arasında kalmasını mı dersin, ya da ne bileyim, müslüman bir kadının para ile dini arasında kalması mı dersin. gerçek hayatı çok yalın ve objektif bir şekilde değerlendirmişler. ayrıca, hep ingilizce film izlemekten sıkılmıştım, arada arapça fransızca felan duymak da kulağımızın pasını alıyor sanırım.
(put in, 19.10.2011 03:26)

simdilik 21 odulu var. katildigi festivallerde aday olup kaybettigi tek dal olmamis. cannes galipleri drive ve bir zamanlar anadolu'da gibi iyi yapimlarin cok otesinde ve bence yilin en iyisi. kusursuz anlatim ve kurguya tanik olarak sinemasal citalarini yukseltmek istemeyenler izlememeli.
(nicomedian, 27.10.2011 15:11)

filmi izlemeye başladığım andan itibaren karakterler çarptı gözüme. o kadar iyilerdi ki! bir an oynamadıklarını ve bunun gerçek hayat olduğunu düşündüm. başından sonuna kadar; bakıp hayran olarak, düşünerek sonuna kadar izledim. sonra yazılar geldi ve ben hala izlemeye devam ettim. düşündüm, düşündüm...
son zamanlarda izlediğim en güzel filmlerden. kesinlikle izleyin...
(mithatakcay, 10.11.2011 15:26)

sürekli kimin tarafını tutacağımı şaşırdığım, diyaloglarıyla büyüleyen kusursuz bir film.
(sparkatus, 18.01.2012 17:40)

izleyiciyi yargıç koltuğuna daha ilk dakikadan oturtan, ama karakterleri yargılamasına, ahkam kesmesine asla izin vermeyen bir güzel film.
bütün karakterler öyle yükler taşımakta ki sırtlarında, birinden alıp diğerinin sırtına koyarak yükü, teraziyi dengeleyemiyorsun. öyle ki filmin sonunda termeh bile hangi kefeye konacağını, bunun getireceği yükle ne yapacağını soruyor, sorgulatıyor izleyiciye. cevabın hiç de mühim olmadığını düşündürerek...
film;din, ahlak, vicdan, hakikat ve dahası üzerine düşünmek, söyleşmek adına o kadar çok kapı aralıyor ki, aralanan kapıları iyice açmadan ya da kapatmadan daha fazlasını yazmak ne mümkün.
farhadi'nin seyirciye armağanı da; bu yüklerle kamburlaşmadan, onları hafifleterek, yola dik devam etmeli öğüdü sanki.
(placebo, 04.03.2012 01:43)

(24 Mayıs 2012/00:15)
İyi izlemeler ...

Görsel: Google Images

Amanın! :)



Çok dertliyim be :/
Konumuz: kalınvalidem.
Kalınvalidem ziyaretimize geldi de :)

Dün iş çıkışı koştur koştur eve geldim... ama o benden önce gelmişti.
Yine bissürü kıyafet almış :/
Şimdi ben bu durumu şöyle izah edeyim efenim: benim kalınvalidem hasta :)
Alışveriş hastası...
Böyle hastalık mı olur? Evet, olur.
Kendisinin miniminnacık bir pisikolocik rahatsızlığı var ve her türlü alışverişi yapabilmesi de bu hastalığın yan etkisi.

Meselam: kendisi yolda giderken çok güzel bi' traktör görüp 60 ay taksitle satın alabilir.
Ya da, birinin parmağında gördüğü kafam kadar taşlı yüzüğü çok beğenip, gidip aynısının tıpkısına servet yatırabilir.
En son n'apmıştı?
Hani bizde olur ya, arkadaşlar-komşular toplanır bi' eve, gelir elemanın biri, en yeteneklisinden elanktirinkli süpürge veya on beş katlı buharlı tencere falan tanıtır da.. bunu size bi' araba fiyatına kakalamaya çalışır...
Heh! Yazın ortasında -sanırım Ağustos idi- gelmiş bi' pazarlamacı, toplanmışlar arkadaşlarıyla... adam hakiki koyun yününden -bildiğimiz post, koyun postu böyle en kaşındıracak-can yakacak cinsinden- kara kışlık çarşaf ve de yorgan tanıtmış.
Bizimkisi de sırf arkadaşlarına hava olsun, satıcıya güzellik olsun diye tutmuş bi' çarşaf-bi' yastığa üç bin liracık vermiş.
Parası yetmemiş, kolayını bulmuş: taksit yaptırmış.
Neden aldın bunu? dediğimizde cevap hazır: yastıkları bedava verdi ama! :)

Çarşıya-pazara çıkmak yürek işidir.
Bütün mağazalar, çarşı-pazar tek-tek gezilir.
Tek tek kıyafetlere bakılır, denenir, alınır.
Evde kapağını açtığınız tüm dolap ve çekmecelerden kıyafet fışkırıyor.
Abartmıyorum, bi' gün evine gittiğimde montumu asmak istedim girişteki dolaba... kapağını açmamla -üzerime doğru aheste aheste devrilmekte olan giysi topunu görünce- kapamam arasındaki geçen süre sanırım yarım saniye! :)
Bi' de, günde üj-bej kez kıyafet değiştirmesi meşhurdur :)
Evde ayrı, çarşıya çıkarken ayrı, akşam ayrı... hatta sabah uyandığından kahvaltı bitimine dek geçen sürede ayrı giyinir kalın validem :)
O kadar kıyafet var.. hakkını vermek şart tabikisi de :)

Gelirken de sağolsun 2 bavulla gelmiş.
Bi' bavul kendi kıyafetleri... bi' bavul bize aldıkları.
Ay allam yareppim, kıyafet denemekten bi' hal oldum!
Birisi de tutsa-bedenime uysa, rengini veya modelini beğensem diyeceğim ki: iyi ki almış...
Şimdi işim yoksa bunları verecek birilerini bul.
İyi ki bugün resmi tatil, yoksa kesin bunlardan birini zorla giydirip gönderirdi işe... ateş kırmızısı gömlek altına çiçek desenli şalvar pantolon :/ rezil olmaktan kurtuldum :)

Neyse...
Şimdi gidip -sağolsun- pişirip getirdiği onbeş kiloluk kekin tadına bakacağım.
Orduya yetecek büyüklükte... bakalım kaç günde bitirebileceğim :)
Yardım lazım... gelin kek yiyelim :)

Hanimiş: kayın-valide oluyor, ağaç gibi isim söyleniyor da, kalınvalide neden olmasın?
En azından kütük demiyorum hatun kişiye.
Seviyorum kendisini ayrıca :)
Görsel: Deviantart Japanese Street Fashion by `hakanphotography

Ver Gazı: Vıığğn! Vııığğğnnn!



Ayarlanmış gönderi :)
Gönderiye veriyorum ayarı, veriyorum ayarı! dermişim :)
Yok be, gönderiyi önceden hazırlayıp, yayımlanma tarih-saatini de gayet güzel ayarladıktan sonra pek güzel oluyor bu blog tutma işi :)

Siz bu satırları okurken ben -muhtemelen- ''Idea Team'' toplantısında, (altı aydır kendime sakladığım bissürü-para kurtaran) fikrimi gayet pırofeyşınıl biçimde, havalı havalı sunuyor olacağımdır :)
Böyle de artiztim! :)
Altı aydır kendime saklama sebebim ise, gayet tembel oluşumdan ileri geliyor... bi' de inatçı.

Sorarım size: çalıştığınız şirkete millon dolarlar kar ettirecek bir fikriniz olsa...
Üstelik bu fikri uygulamaya geçirdiğinizde, zincirleme olarak bissürü departmanın hem iş yükünü hafifletecek, hem baştan sona tüm prosesin kalitesini ve hızını artıracak olsa...
Hem de bu hızlanma sonucu bissürü müşteri memnuniyeti elde edecek olsanız...
Ama, bu fikri projeye döküp- tamamlamak yaklaşık 6 ayınıza (yazıyla altı) malolacak olsa (gelsin fazla mesailer-gitsin çay molalarında bile pavırpoyint sılaydlarına gömülmeler-yine gelsin konferans görüşmeler)...

Veeee, pek muhterem şirketiniz, o emek ve zaman harcayarak tamamladığınız proje için size :
''Afferim kız Sittirella, hay aklınla bin yaşa! Biz bunu bugüne dek nasıl akıl edemedik? 
İyi ki senin gibi; bi' aferimle, bi' fotoşokun alasıyla hazıranmış sertifikayla yetinip bize millonlar kazandıracak çalışanlarımız var. 
Sayende attık paraları cebe, daha bi' kar ettik, daha bi' büyüdük'' WELL DONE!
deyip elinizi sıkarken koltuk altınıza çerçevelenmiş-afili bir sertifika-kutlama belgesi tutuştursa...
Bu ''Afferim kız'' gösterisi de binlerce çalışanın önünde, alkışları eşliğinde yapılsa...
Bunun size maddi getirisi de:  0 (yazıyla sıfır) olsa...
Kendinize saklar mısınız? Saklamaz mısınız bu fikri?

Aç parantez = (''Efenim profesyonellik kavramı budur: maddiyat beklememektir. Böyle çalışmaların özgeçmişine katkısı öyle böyle değildir. Kariyerindeki kilometre taşlarından biri olacaktır. Her şey para değil. Sana katacağı değeri düşün. Hem sen bi' profesyonelsin, bu senin görevin ve yükümlülüğün. Olaya bu açıdan bak. Bikbikbik!'' diyenlere: "Açını da al, git!" demek istiyorum. Kapa parantez = )

Ben ne güzel saklıyordum... bi' 'afferim''e altı ayımı heba etmemek için...
Geçenlerde toplantıda ''Bundan kısalım, şundan kasalım, ona da para harcamayalım'' lafları edip, bilmiş bilmiş kaybedilmeyecek üç kuruşun hesaplarını yaparlarken...
''Siz ondan-bundan üç kuruş kısmaya çalışacağınıza, prosesteki miniminnacık bi' açık yüzünden her gün göz göregöre kaybettiğimiz eşek yüküyle parayı elimizde tutsak daha mantıklı değil mi? Neden hep olaya geçici çözüm bulmaya çalışıyorsunuz? deyiverdim.

Bi' anda ölüm sessizliği-tüm bakışlar bana döndü.
Yeminle kendimi, gece yarısı yüzüne projektör tutulmuş tavşan gibi hissettim.
Öylece kalakaldım :/ Kıvıramadım da.
Tutamadım çenemi /aldım başıma derdi :/
Dünyayı kurtarıcem-kahraman olucem her zamanki gibi :)

Verdim gazı: Vııığn vığğğn!
Bu modeller gazla çalışıyor ne de olsa.
(Bakın böyle de self-motiveytid,  pırofeyşınıl, pırizentıbıl, bikbikbik....)

Görsel: Google Images

Nihan Sarı - Etsy Tükkanı

Canım arkadaşım ''Nihan Sarı'' artık Etsy'de tükkan sahibi :)

Nihan'ın birbirinden mutteşem çalışmalarına sahip olabileceğimizi bilmek -sizi bilmem ama- beni çok mutlu etti! :)



Bundan böyle, gelsin Bızt!lar, gitsin uzun saçlı-güzeller güzeli kızlar :)
Ve, evet:  Bızt!lı yastık isteyoz! :)

Arkadaşıma başarılar ve de emeğinin karşılığını alabilmesi için bol satışlar diliyorum :)


Hanimiş: O renkli renkli olanlar Nihan Sarı'nın çalışmalarını bulabileceğiniz farklı adresler, boşuna renklenmediler yani.
Bi' tıklayın, gözünüz-gönlünüz açılsın :)

Görsel: nihansari.com

Kalp zaten kırıktır...



Yağmur taneleri şiddetle pencereyi dövüyor.
Hava-bana göre-buz gibi.
Ağladım az önce, doya doya.
Yüreğim dolmuş, farkında değilmişim.
Hani insan biriktirir her şeyi içinde, paylaş-a-maz.
Bi' sözü atar, bi' bakışı... bi' haksızlığı, bi' pişmanlığı...
Sonra biri bi' şey der, bi' şarkı sözü takılır aklına veya ne bileyim, bi' bardak düşürür mesela elinden.
O bardak kırılır.
Oturur, hıçkıra hıçkıra ağlar.
Bardağın kırılmasına değildir elbet o gözyaşları... artık kalbe sığmayanın taşmasıdır gözlerden.
Dile gelmeyen, kelimelere dökülemeyendir.
İşte böyle oldu.
Bugün yine Haziranın üçü.

Deviantart
blood tears I cry...by ~Eikka
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

...yavrum seni layk ettim...