Üstat ile Margarita / Ма́стер и Маргари́та / The Master and Margarita


Yazar: Mihail Afanasyeviç Bulgakov
Çeviri: Sabri Gürses
Orijinal Dili: Rusça
Basım Yılı: 1967/ Türkçe Basım: 2012
Yayınevi: Everest Yayınları

Manevi kızkardeşim - Sedef'e teşekkürü borç bilirim :)
Sedef'in enfes bi' okuma zevki var. İnce eler sık dokur, çok okur ama az beğenir. Bilirim ki onun beğendiğini ben de beğeneceğim... ''Abla, ben çok beğendim, sen de okumalısın hemen yolluyorum.'' dediğinde de içim rahattı, kitabı seveceğimi daha bana ulaşmadan biliyordum :)

Romanın 1929-1940 yılları arasında yazıldığını okuyunca yazara şapka çıkarmak istedim.
Enfes yazmış. Toplumun geldiği noktayı -ki 1930'lu yıllarda o noktada idiyse şu anda ne kadar daha dibe vurmuştur..? bunu düşünmek istemiyorum- fantastik kurgu üzerinden öyle güzel anlatmış, öyle güzel eleştirmiş ki: Bravo!
Dümdüz okunmuyor, bölümden bölüme yer-mekan-zaman değişikliği yaparak aklınızı zorluyor. Hikayeyi diri tutuyor, anlatım çok akıcı. Burada çevirmenin başarısını gözardı etmek haksızlık olur. Sabri Gürses muhteşem bi' çeviri yapmış. Bu işin okulunu okumuş, çevirilerinin başarısı ödüllendirilmiş bi' çevirmen. Romanı okurken sanki yüz yıl öncesinin değil, bugünün Moskova'sında geçtiğini düşünüyorsunuz olayların. Bu hissi verebilmek kolay olmasa gerek...
Romanın öyküsünü okuduğumda şaşırdım. On bir yılda yazdığı bu romanın basılması için bi' kez girişimde bulunmuş Bulgakov. Dönemin baskı rejiminin etkisiyle reddedilince bi' daha uğraşmamış. Uğraşmaya zaman da bulamamış zaten, kısa süre sonra hayata gözlerini yummuş. Roman, yazarın ölümünden onlarca yıl sonra basılmış.
Okurken Rusça isimleri aklımda tutmakta zorluk yaşadım sadece...
Kedileri zaten severdim ama kara kedileri ayrı bir sever oldum :) Dilime, ''Şeytan bilir!'' ve ''Şeytan alsın onu!'' deyişlerini de yerleştirdim, bu roman sayesinde.
Altını çizdiğim cümleleri paylaşayım, okuyup okumama kararı her zaman olduğu gibi size kalsın.

Arka Kapak Yazısı:
''Şeytan bir gün, aralarında kocaman bir siyah kedi ile çırılçıplak bir cadının da bulunduğu yardımcılarının eşliğinde Moskova'ya iner. Moskovalıları gözlemleyecek, insanlığın değişip değişmediğini anlayacaktır. Kullanıldıktan sonra şampanya etiketlerine dönüşen banknotlar dağıttıktan, çeşitli insanlara ne zaman ve nasıl öleceklerini bildirdikten, ihtişamlı bir de balo verdikten sonra ayrıldığındaysa, ardında tıka basa dolu akıl hastaneleri ile şehri ele geçiren düzensizlik karşısında ne yapacağını şaşırmış yetkililer bırakır. Şeytan'ın cazibesine kapılmayanlarsa sadece hayatını gerçeğe adamış olan Üstat ile hayatını Üstat'a adamış olan Margarita'dır.

"Gel peşimden, ey okur! Kim söyledi sana yeryüzünde gerçek, sadık, sonsuz aşk olmadığını? O yalancının iğrenç dilini kessinler!" diyor anlatıcı Üstat ile Margarita'da. "Gel peşimden, ey okurum ve sadece benim peşimden gel, ben sana böyle bir aşk göstereceğim!"

20. yüzyılın en önemli yazarlarından Mihail Bulgakov, gerçekten de aşkı, büyüyü, inancın gücünü, en önemlisi de gerçeği seriyor okurun gözlerinin önüne. Başyapıtı Üstat ile Margarita, şimdi ilk defa özgün dilinden yapılan çeviriyle Türkçe okurlarını da bu tüyler ürpertici yolculuğa katılmaya çağırıyor.''

Altını Çizdiğim Cümleler:
''Bence de yazık!'' diye onayladı tanımadıkları adam ışıldayan gözleriyle ve devam etti: ''Ama sizin sorunuz beni huzursuz etti: Eğer Tanrı yoksa, sorarım size, insanları ve yeryüzündeki bütün düzeni kim yönetiyor?''
''İnsan yönetiyor,'' dedi hemen, bu, itiraf edelim ki pek de anlaşılır bir yanı olmayan soruya öfkelenen evsiz.
''Pardon,'' dedi tanımadıkları adam adam kibarca, ''bunun için, yani yönetmek için , öyle ya da böyle, kısacık bile olsa belli bir süre için kedin bir plana sahip olmak gerekir. İzninizle size sorayım, gülünç derecede kısa bir süre için, sözgelimi bin yıl için plan  yapmak bir yana, kendisinin yarınını bile güvenceye alamayan insan yeryüzünü nasıl yönetebilir? Diğer yandan, aslında,'' bu sırada tanımadıkları adam Berlioz'a dönmüştü, ''Düşünün ki sözgelimi siz yönetmeye, kendinizi ve başkalarını düzene sokmaya başladınız, hatta, deyim yerindeyse bundan haz almaya bile başladınız, ama birdenbire... He he... Küçük bir kanser...'' kedi gibi sırıtarak ünlü uyumundan yoksun bu sözcüğü tekrarladı, ''kanser ve işte sizin yönetiminiz sona erdi' Kendi kaderinizden başka hiçbir kader ilgilendirmez artık sizi. Akrabalarınız yalan söylemeye başlar, siz, tatsız bazı kokular alarak uzman doktorlara koşarsınız, sonra şarlatanlara, hatta falcılara bile koşarsınız. Hiçbirinin bir anlam taşımadığını bizzat anlarsınız. Ve bütün her şey trajik şekilde sona erer: Bir şeyleri yönettiğini sanan kişi, bir bakarsınız birdenbire tahta bir tabut içinde kıpırtısız yatıyor; öylece yatan kişinin bir yararı olmadığını anlayan çevresindekiler de onu sobada yakıp kurtulurlar.''

''Evet, insan ölümlü, ama bu sorunun sadece yarısı. Asıl kötü olan şey, insanın genellikle aniden ölmesi, işte asıl mesele bu! İnsan özünde bu akşam ne yapacağını bile söyleyemez.''

''Romanı elime alıp karıştım hayata ve böylece hayatım sona erdi,'' diye fısıldadı Üstat, sonra da başını eğdi; uzun zaman sallandı üzerinde üzerinde sarı ''Ü'' harfi olan kederli kara bere.''

''Aslında genel olarak içinde, sandığında bir sürprizi olmayan insan ilgi çekmez.''

''Masamın çekmecesinden romanın ağır elyazmasını ve karalama defterlerini çıkarıp sobada yakmaya başladım. Çok zordu bunu yapmak, çünkü yazılı kâğıt isteksizce yanar.
''Tırnaklarımı kıra kıra defterleri parçaladım, diklemesine odunların arasına sokuşturup demirle sayfaları buruşturdum. Zaman zaman küller uçtu üzerime, alev dumanlandı, ama onlarla mücadele ettim ve inatla direnen roman yine de yenik düştü. Tanıdık sözcükler yanıyordu karşımda, sayfalarda aşağıdan yukarıya dizginsizce tırmanıyordu sarı, ama sözcükler yine de tutunuyordu üzerine. Ancak kâğıt karardığı zaman kayboluyorlardı ve ben demir maşayı öfkeyle sallayarak dağıtıyordum onları.''

''İnanıyorum! Bu gözler yalan söylemiyor. Size kaç kere asıl hatanın insan gözünün önemini hafife almak olduğunu söylemiştim. Şunu anlayın, dil gerçeği saklayabilir, gözler asla! Size ani bir soru sorarlar, gözünüzü kırpmazsınız bile; bir saniyede kendinize hâkim olur ve gerçeği gizlemek için ne söylemek gerekiyorsa bilirsiniz ve çok inandırıcı bir şekilde konuşursunuz, yüzünüzde tek bir kırışıklık bile olmaz, ama heyhat, ruhun derinliklerinden gelen gerçek bir anda gözlerde yanıp söner ve işte her şey tamam. Onu görürler, yakalanırsınız!''

Burada kitaptaki çok ilginç bir bölüm dikkatimi çekti
''Onluk falan yok artık. Dün akşam şu (yayımlanması imkânsız sözler) Varyete'de itoğlu itin teki 10 rubleliklerle (yayımlanması imkânsız sözler) bir hipnoz gösterisi yapmış''
Sansür artık ''yayımlanması imkânsız sözler'' olarak mı geçiyor kitaplara? Yoksa bizim hayal gücümüze mi bırakıyorlar bu kısımları doldurmayı?

''İnanıyorum! Bir şeyler olacak! Olmasa olmaz, çünkü gerçekten de, yaşam boyu sürecek bir işkence niye gönderilmiş olsun bana? Yalan söylediğimi, kandırdığımı ve başkalarından gizli saklı bir hayat sürdüğümü biliyorum, ama yine de bunun cezası bu kadar ağır olamaz. Bir şeyler olacak, hemen, çünkü herhangi bir şeyin sonsuza dek sürmesi imkânsız. Ayrıca, rüyam kehanet gibiydi, yemin ederim buna.''

''Benim yaşadığım dram şu, sevmediğim biriyle yaşıyorum, ama onun yaşamını mahvetmeyi de uygun bulmuyorum. Ondan iyilikten başka bir şey görmedim asla...''

''Yazar mısınız?'' diye sordu kadın.
''Kuşkusuz,'' dedi emin bir şekilde Korovyev.
''Belgeleriniz?'' diye tekrarladı kadın.
''Tatlım...'' diye kibarca başladı Korovyev.
''Ben tatlı değilim,'' diye sözünü kesti kadın.
''Ah, çok yazık,'' dedi hayal kırıklığıyla Korovyev ve devam etti:
''Peki, eğer tatlı olmak istemiyorsanız, ki bu çok hoş olurdu, olmayınız. Fakat şimdi Dostoyevski'nin yazar olduğuna inanmak için, gerçekten de ondan belge istemek gerekir mi? Onun herhangi bir romanınından herhangi bir beş sayfa alıp bakarsanız, karşınızda bir yazar olduğunu tartışmasız bir şekilde anlarsınız. Benim tahminimce, onun da herhangi bir belgesi olmamıştır iç! Sen ne dersin?'' diyerek Behemot'a döndü Korovyev.
''Bahse girerim ki yoktu belgesi,'' dedi Behemot gaz ocağını masaya, kitabın yanına koyup eliyle alnındaki teri silerken.
''Dostoyevski değilsiniz siz,'' dedi Korovyev'in sözleriyle sersemleyen kadın.
''Ama bunu kim bilebilir, kim bilebilir,'' dedi Korovyev.
''Dostoyevski öldü,'' dedi kadın, ama pek de kesin konuşmuyordu.
''Bunu asla kabul edemem,'' diye bağırdı Behemot. ''Dostoyevski ölümsüzdür!''
''Rica ederim, bu yaptığınız gülünç bir şey,'' diye inat etti Korovyev. ''Hiçbir belge tanıtamaz yazarı, sadece yazdıkları tanıtır! Benim kafamın içinde ne gibi tasarıların kaynaştığını siz nasıl bileceksiniz?''

''Öyle bir konuşuyorsun ki sanki gölgeleri de, kötülüğü de kabul etmiyormuşsun gibi. Bir iyilik yapıp da şu soruyu bir düşün: Eğer kötülük olmasaydı ne yapardı senin iyiliğin, üstelik gölgeler kaybolsaydı nasıl görünürdü yeryüzü? ''

Keyifli okumalar :)

Görsel: Sahibinin sesi - Sittirella Marka

2 yorum:

  1. Oldukça ilginç bir kitaba benziyor. Listeme ekledim.
    Tanıtım için teşekkürler :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Rica ederim Burcu, dilerim sen de beğenirsin :)

      Sil

Buraya yazmaya niyetlendiğin her şeyi aleyhinde delil olarak kullanabileceğimi bilmeni isterim...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

...yavrum seni layk ettim...