Kör Baykuş / Bûf-i Kûr


Yazar: Sâdık Hidâyet
Çeviri: Behçet Necatigil
Orijinal Dili: Farsça
Basım Yılı: 1936 / Türkçe İlk Baskı: 1977
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları / 2015

Kişisel görüşlerimin okuma hevesinizi etkilemeyeceğinden eminseniz veya bunu göze alarak okuyacaksanız devam edin lütfen.
Ben uyarmış olayım da...

Üç kafadar Instagram arkadaşı, bi' kitap belirleyerek her ayın ilk günü birlikte okumaya başlıyoruz.
Kör Baykuş birlikte belirlediğimiz 3. kitap idi. (İlki Uzunharmanlar'da Bir Davetsiz Misafir, ikinci kitap ise Boyalı Kuş idi)
Sâdık Hidâyet'in zamanının edebiyat dünyasında çığır açan eserlere imza attığına dair methini duymuştum fakat yazar ile tanışmam Kör Baykuş sayesinde oldu. İtiraf etmem gerekirse -her ne kadar etkileyici bulmuş olsam da- sevdiğimi söyleyemeyeceğim. Beğenmek başka sevmek başka...
Dili karanlık ve kasvetli olan, "artık" bi' şey öğretmeyen, sadece yaşadığım, bildiğim, duyduğum, zaten haberdar olduğum şeyleri pekiştiren, şaşırtmayan, düşündürmeyen yani ufkumu genişletip bana bi' şeyler eklemeyen kitaplara karşı merhametsizimdir. Kör Baykuş, yere göğe sığdıramayacağım bi' kitap/başyapıt olamadı benim için.
Ve fakat yazıldığı dönem ve sonrasında gelen yıllarda edebiyatı şekillendiren önemli yazarlara ilham verdiğine, bugünün çağdaş İran edebiyatının temel taşlarından biri olduğuna eminim. Kitabı okuyanların çok büyük çoğunluğunun beğenisini kazandığını da bilmenizi isterim.

Belki size hitap eder, sizi can evinizden vurur veya size anlatacak bi' hikayesi vardır...

Arka Kapak Yazısı:
"Modern İran edebiyatının kurucularından Sâdık Hidâyet'in 1936'da Bombay'da yayımladığı başyapıtı, kendi özdeyişiyle "özenle hesaplanmış, net, bilinçli etiketlerle dolu" ve "her sayfası bir partisyon gibi düzenlenmiş" Kör Baykuş (Bûf-i Kûr), öteki yapıtları gibi, pek çok dile çevrildi, pek çok ülkede pek çok yazarı etkiledi.

Kör Baykuş, 1977'de Behçet Necatigil'in unutulmaz çevirisiyle Varlık Yayınları'ndan çıkmıştı. Philippe Soupalt ve André Breton gibi önemli edebiyatçıların övgüsünü kazanan bu kült romanı, yine Necatigil'in çevirisinden, Necatigil'in "önsöz"ü ("Türkçede İran Edebiyatı ve Doğumunun 75. Yılında Sâdık Hidâyet") ve Bozorg Alevî'nin "sonsöz"ü ("Sâdık Hidâyet'in Biyografyası") ile sunuyoruz."

Altını Çizdiğim Cümleler:
"Yaralar vardır hayatta, ruhu cüzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar.
Kimseye anlatılamaz bu dertler, çünkü herkes bunlara nadir ve acayip şeyler gözüyle bakarlar. Biri çıkar da bunları söyler ya da yazarsa, insanlar, yürürlükteki inançlara ve kendi akıllarına göre hem saygılı hem de alaycı bir gülüşle dinlerler bunları. Çünkü henüz çaresi de, devası da yok bu dertlerin."

"Çalışacağım yazmaya, aklımda kalanları, olaylar zincirinden zihnimde kalanları yazmaya. Belki genel bir sonuca varırım, hayır, fakat içim rahat eder, inanabilirim kendim. - Çünkü benim için hiç önemi yok, inanmış inanmamış başkaları.
- Lâkin tek korkum: yarın ölebilirim kendimi tanıyamadan.
- Hayat tecrübelerimle şu yargıya vardım ki, başkalarıyla benim aramda korkunç bir uçurum var, anladım, elden geldiğince susmam gerek, elden geldiğince düşüncelerimi kendime saklamalıyım. Ve şimdi yazmaya karar vermişsem, bunun tek nedeni, kendimi gölgeme tanıtmak isteğidir."

"- Bana benzeyen, görünüşte bendeki ihtiyaçlara, tutkulara, arzulara sahip bu insanlar niçin kırarlar beni? Ancak benimle eğlenmek, bana çatmak için yaratılmış bir avuç gölgeden başka bir şey mi bunlar?"

"Hayır, adını söyleyemem aslâ. O ince, esîrî, belli belirsiz endamın, iri hayran parlak gözlerin ardında ömrüm azar azar ve acıyla yanadursun, eriyedursun, bu aşağılık dünya ile bir ilişkisi yoktu onun! Hayır, yeryüzünün nesnelerine bulaştıramam, kirletemem adını."

" Kalemdan, çokluk tutkallı kâğıt hamurundan yapılan ensiz, uzunca bir kutudur. İçine hokka ve diğer yazı araç ve gereçleri konur. Üstü İran minyatürleri stilinde bitki motifleri, manzara ve sahnelerle süslenir. Beldeki kuşağa çaprazlama sokulur. Okur-yazar, aydın olmanın işaretidir."

"Sanki ismini eskiden biliyordum. Gözlerinin parıltısına, rengine, kokusuna, hareketlerine öylesine âşina idim ki, ruhlarımız önceki bir hayatta, cisimsiz maddesiz bir âlemde karşılaşmış da tek asıldan, tek maddeden oluşmuş, böylece bizim yeniden birleşmemiz âdeta kaçınılmaz olmuştu. Ben bu hayatta da onun yanında olmalıydım."

"Parmak uçlarına basa basa çekilip gidiyordu gece. Sanki yorgunluk çıkarmıştı, kanaatkârdı, bu kadarı yeterdi ona."

"Ben hep, dünyada susmaktan daha iyi bir şey yoktur, Butimar gibi olan insan daha iyi insandır diye düşünürdüm."
11 " Butimar bir kuştur, deniz kıyısına çöker, denizin bir gün kuruyacağını düşünür, bu tasa yüzünden de su içmez hiç."

"Çünkü ne malım var kadıya yedirecek, ne dînim var şeytana verecek."
13 "Ne mal dârem ki dîvân behored / Ne din dârem ki şeytan bebered", bir atasözü.

"Birbirine ters düşen öyle çok şey gördüm, birbiriyle çelişen öyle çok şey duydum ki! O görmeler yüzünden gözlerim, eşyanın yüzeyinde, ruhu özü örten o ince ve sert kabukta aşındı. Artık hiçbir şeye inanmıyorum, hattâ, şimdi eşyaların ağırlığından, sabitliğinden, açık seçik gerçeklerden şüphe ediyorum."

"Odamı sınırlayan dört duvar arasında, varlığımı ve düşüncelerimi kuşatan hisarın içinde ömrüm azar azar eriyor bir mum gibi, hayır, yanlışım var, ömrüm bir oduna benziyor, ocaktan düşen bir oduna: öteki odunların ateşinde kavrulmuş, kömürleşmiş, ama ne yanmış, ne olduğu gibi kalmış bir oduna benziyor. Fakat diğerlerinin dumanından, soluğundan boğulmuş."

"Uzun zamandır bende, diri diri dağılmakta, parçalanmakta olduğum duygusu belirmişti. Yalnız cismim değil, ruhum da, aralarında bir uyuşma olmaksızın, kalbimle sürekli zıt gidiyorlardı. Garip bir dağılma ve bölünmeden geçiyordum sürekli."

"Bana gelince, benim hayatım her gün, her dakika değişiyordu. Öyle sanıyorum ki, zamanın geçişi ve insanların seneler ilerledikçe karşılaşacakları değişmeler, bende bin kat daha hızlı ve sert oldu. Ama beri yandan bu gelişmelerin getirdiği mutluluklar toplamı sıfıra doğru geriledi, hattâ sıfırında altına düştü. Bazı kimselerin ölümle savaşı daha yirmisinde başlar; birçokları da yağı bitmiş lambalar gibi, sessiz yavaş, ecelleriyle sönerler."

"Ama hiçbir vakit ne mescit, ne ezan, ne abdest, ne ağız çalkalamalar, ne de kendisiyle Arapça konuşmamız gerekli tek kudretli, yüce ve mutlak varlık karşısında dürüst ya da hilekâr olmak beni etkilemedi."

"Tanrı gerçekten var mı, yoksa kutsal imtiyazlarının korunmasını gözeten bu yeryüzü güçlüleri tarafından, vatandaşlarını daha da rahat sömürebilmek için, kendi tasarılarına göre mi yaratılmıştır; yeryüzünün gökyüzüne bir yansıması mıdır; bu gibi şeyleri artık umursamıyor, ben yalnız sabaha çıkıp çıkamayacağımı bilmek istiyordum."

"Düşündüm: "Gökte herkesin bir yıldızı olduğu doğruysa, benimki çok uzakta, karanlık ve pek önemsiz bir şey olmalıdır. Belki de benim hiç yıldızım yok!"

"Ben ki henüz yaşadığım dünyaya bile alışamamışım, bir başka dünya neyime yarardı benim? Bana göre değildi bu dünya; bir avuç yüzsüz, dilenci, bilgiç, kabadayı, vicdansız, açgözlü içindi; onlar için kurulmuştu bu dünya. Yeryüzünün, gökyüzünün güçlülerine avuç açanlar, yaltaklanmasını bilenler için."

"Kışın bir deliğe gizlenen hayvanlar gibi kendi içime ne kadar çekilsem, başkalarının seslerini o kadar net duyuyor, kendi sesimi boğazımda işitiyordum. Yalnızlık ve inziva sonsuz, koyu yoğun gecelere benziyordu."

"Hayat, soğuk kayıtsız, herkesin maskelerini çeker alır zamanla; maskeleri de hani çoktur herkesin. Fakat bazıları hep aynı maskeyi kullanırlar, ister istemez kirlenir, yıpranır bu maske."

Görsel: Sahibinin sesi - Sittirella marka

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Buraya yazmaya niyetlendiğin her şeyi aleyhinde delil olarak kullanabileceğimi bilmeni isterim...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

...yavrum seni layk ettim...