Ölü Reşat


Yazar: Aslı Tohumcu
Orijinal Dili: Türkçe
Basım Yılı: 2014
Yayınevi: Doğan Kitap

Kişisel yorum ve görüşlerimin okuma hevesinizi etkilemeyeceğinden eminseniz veya bunu göze alarak okuyacaksanız devam edin lütfen.
Ben uyarmış olayım da...

Aslı Tohumcu'nun okuduğum ilk kitabıydı; sevdim dersem yalan, sevmedim dersem külliyen yalan olur.
Uzun, upuzun ve eski dilden kelimelerle bezenmiş, paragraf uzunluğundaki cümlelerinin bana hiç mi hiç hitap etmediğini söyleyebilirim sadece. Arka kapak yazısını okuduğumda şahane bir konu yakaladığını düşünmüş ve neredeyse bana kahkahalar attıracak bi' kitap olduğundan emin olarak satın almıştım. Fakat sağlam bi' kaç siyasi dokundurmanın hoşuma gitmesi ve bi' kaç yerde de gülümsememi sağlaması dışında ne bana bi' şey kattı, ne de heyecanlandırdı-şaşırttı...
Kısacası; kalbimi çalan bi' kitap olmadı.

Kim bilir, belki siz yazarın yazım dili ve anlatımına vurulup bu kitabı çok seversiniz...

Arka Kapak Yazısı:
"Bursa'nın Kiremitçi Mahallesi'nde doğan Adnan isimli bebek mahallede olduğu kadar Tanrı'nın melekler katında da şaşkınlığa yol açar. Kesmeşeker olarak nam salmış, mahallenin sözünü hiç sakınmayan, külyutmaz kız kurusu, Allah analı babalı büyütsün'e geldiğinde malumu ilam eder: Birilerinin sırasını çalmış ayol bu! İflah olmaz hiç.
Kesmeşeker'in kehaneti doğru çıkar ne yazık ki. Sırası çalınan ve ne bu dünyaya ne de diğer dünyaya ait olan, sadece istediği gözlere görünen Reşat, daha ilk günden başlayarak Adnan'ı ortadan kaldırmak için akla hayale gelmeyecek kazalar tertip eder. Elbette Azrail Efendimizden de fikir ve yardım alarak...
1940'lı yıllardan günümüze kadar uzanan, yer yer fantastik öğelerle yüklü, mizahi yönü ağır basan bir hikâye anlatıyor Aslı Tohumcu.
Ölü Reşat, devreye Tanrı'nın ve meleklerin de girmesiyle iyice renklenerek sürpriz bir finalle okuru şaşırtıyor."

Altını Çizdiğim Cümleler:
"Yenidoğanların sırasını vallahi hiç istemeden, sadece yaradılış itibariyle şavalak oluşu yüzünden karıştıran melek bir köşeye sinmiş, Rabbin öfkesinin, üzerine yıldırım ve şimşekler olarak mı, yoksa tiksinç bir varlığa dönüştürülmek suretiyle mi yağacağından endişe duyarken, sırası yanlışlıkla çalınan Reşat'ın da, Adnan bebekle beraber insanların dünyasına indiği fark edildiğinde, meleklerin en serinkanlısı dahi dehşete düşmüş."

"Kaynar şerbetin az kaldı üzerine dökülmesi, anası bahçede çamaşır asarken orta boy bir sokak itinden hallice bir martının oğlanı gagasıyla kapıp götürmeye çabalaması, ancak gökte her ne gördüyse artık, gagasını hayretle açıp oğlanı dut ağacının tepesine düşürerek hızla uzaklaşması, sobadan kaçan bir kıvılcımın kundağının kumaşına sıçraması, bahçedeki helanın tıkanmasıyla bahçeyi ve evin her yerini saran sıçanlardan bir ikisinin oğlanı akşam yemeği niyetine gözüne kestirmesi, Kapalıçarşı esnafının gözünün türlü kurnazlığa açılmasıyla işi artık adi hırsızlığa çevirmek zorunda kalan Kaçenga'nın adamlarından birinin eve girerek oğlanın kundağını bilezik bohçası sanıp çalmaya kalkışması, ancak bebeğin ağlamaya başlamasıyla ne hal ettiğinin farkına varıp kundağı yere attığı gibi kaçması, hırsızın savurmasıyla yerde seke seke yuvarlanırken Adnan'ın kafasını yerdeki taşlardan birinin kenarına çarpmasına ramak kalması, Tepzi, affedersiniz, Terzi Medet'in zevcesinin vallahi yanlışlıkla üzerine oturup koca poposuyla ağzını burnunu tıkayarak oğlanı nefessiz bırakması, sobayı yakmaya cimrilik eden, ancak kıyamadığı oğlan üşümesin diye onu bir haftalık gazetenin kâğıdına saran Hanımanne'nin odadan çıkmasıyla Mürşidanım'ın odaya kahve boşlarını almak için girmişken kâğıt çöplerini de atmaya kalkışması, bir başka gün anası sütçüyle pazarlık ederken kapı aralığını boş bulup sokağa fırlamasıyla fırtınada devrilen bir ihtiyar ağacın kökünde açılan çukura kafa üstü düşüvermesi, "Tatlı bu biber, ye rahat rahat, ye" diye diye yedirdikleri yeşilbiberin alerji yapmasıyla vücudunun her bir uzvunun şişmesi ve bir kez daha nefessiz kalması sayılmazsa hayli olaysız geçmiş ilk yılları."

Yukarıdaki "paragraf" tek bir cümleden oluştuğu için bölmedim, kesmedim.
"Yuh!" diyebiliyorum sadece...

"Reşat'ın az yukarıda değindiğimiz gibi ne ruh ne de insan sınıfına girmesi nedeniyle kafaları karışan, ancak ne olur ne olmaz düşüncesiyle sağ ve sol omuzlarında yine de yerlerini alan Kirâmen Katibînler de, bu velet bir tane olsun iyi amel işlemediğinden, bir vakit sonra sol omzunda bir araya gelip, kötü amellerini tespit edip yazmaya ancak yetişmişler."

"Mürşide şaşkınlıkla, "Ne yapacaz Hanımanne?" diye sorunca, tam da dara düştükleri bu günlerde, beyinden en ucuz nasıl boşanabileceğine çoktan kafa yormaya başlayan Hanımanne hemen vermiş geline cevabını ve  ağzının payını: "Yarından tezi yok, gör götüm yolları yapacaz, ya ne yapçaz!"

"Yüce Rabbimiz bırakmış kafası şişene kadar eğlensin cinleri; çünkü insanoğlu yeryüzünde gezinmeye başladığından bu yana iki şeye özellikle hayret edermiş; ilki insanın kendi kendini korkutma becerisi, ikincisiyse kendi uydurup kendi inandığı batıl inançlarıymış."

"Adnan ve ailesinin yuva gözüyle baktıkları Hüdavendigâr Vilayeti, sonradan antidemokratik olduğundan yürürlükten kaldırılıp yerine daha bile antidemokratikleri getirilecek Türk Ceza Yasası'nın bir maddesine göre hapse ve sürgüne mahkûm edilenler için açık bir cezaeviymiş bir yandan da. İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesi'nin yine böyle haksız bir kararıyla Bursa'ya sürgüne gönderilen ve bu milletin değerini "Türk halkının yüzde altmışı aptaldır" diyerek pek güzel verecek ve sonradan kendisini yakmaya bile kalktıkları halde, tıpkı ebleh yavrusu için saçını süpürge eden bir anne gibi hayatını ısrarla bu halka adayacak o sürgünlerden biri de Aziz Nesin'miş. Vilayette kimsenin selam bile vermediği, hiçbir yerde iş bulamayan, bir gün kahvenin birinde otururken içeri giren hokkabazın şapkasını parayla doldurması üzerine, bir yazarın "başına gelecek bütün belaları önceden düşünüp zamanında hokkabazlık" öğrenmesi gerektiğine kanaat getiren bu kıymetli yazar, bir kitapçının kendisine verdiği akılla eski Türkçe dersi vermeye kalkışmış. Ancak bir babanın kendisine gelip, Kuran dersi verip vermeyeceğini sormasıyla hiç hesapta yokken Kuran dersi vermeye başlamış ve vaktiyle hafız olmanın yararını görerek, çocuklarının iyi yetişmesinden memnun babalar sayesinde ünü artmış da artmış.
İşte o yüzde altmıştan birinin atası çıkıp da, "Tam da hafızı bulmuşsunuz maşallah" diyerek Hafız Aziz'in kim olduğunu anlatınca, Hanımanne sırf çıkacak dedikoduyla uğraşmak istemediğinden, gönülsüz de olsa Adnan'ı Ulucami'ye göndermeyi kesmiş."

"Bu hatıradan Adnan'a kalan, eli gerçekten ilk ekmek tuttuğu andan başlayarak Aziz Nesin'in tüm eserlerini edinip okumak, kim tarafından ve kime yapılıyor olursa olsun hiçbir haksızlığı sindirememek ve kendine utanmadan insan diyen bir kısım mahlukatın, Sivas'ta bir oteli, evlerindeki kıçı kırık sobayla karıştırarak yaktıkları günün her seneyi devriyesinde, yüreğini kan çanağına çevirmek olmuş."

"Azrail'in yüce Rabbimizi, deprem ülkesinde yaşadıklarını anlamamakta inat eden ve zaten her işlerini Allah'a havale etmekte beis görmedikleri gibi aksine bundan keyif alan Türkleri, Anadolu'dan çıkarıp yerlerine Yeni Zelandalıları ya da kruvasanlarını pek sevdiği Fransızları yerleştirerek, Anadolu'daki diğer, çok daha güzide halkları da bu milletin salaklık ve acımasızlıklarından kurtarmış olacakları için bir taşla iki kuş vurulacağına ikna etmeye çalıştığı günleri de bu süreye katarsak... bir bakalım... sanırım 80'lere geliriz. Hatta 90'lara bile gelmiş olabiliriz."

Görsel: Sahibinin sesi -Sittirella marka

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Buraya yazmaya niyetlendiğin her şeyi aleyhinde delil olarak kullanabileceğimi bilmeni isterim...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

...yavrum seni layk ettim...