Yalnızız


Yazar: Peyami Safa
Orijinal Dili: Türkçe
İlk Basım Yılı: 1940
Yayınevi: Ötüken Neşriyat / (Basım yılı kitapta belirtilmemiş-son baskı 2006 imiş)

Kişisel görüşlerimin okuma hevesinizi etkilemeyeceğinden eminseniz veya bunu göze alarak okuyacaksanız devam edin lütfen.
Ben uyarmış olayım da...

Ah Simeranya!
İlk kez 2004 yılında okumuş ve çok beğenmiştim. 12 yıl sonra okuduğumda ise, ne kadar çok şeyin kafamda değiştiğini gördüm ve şaşırdım.
Yazıldığı dönemi ve ilk basım yılını göz önüne aldığımda, enfes bi' roman olduğunu söyleyebiliyorum sadece. Bugün yazılmış olsa yine aynı heyecanla okurdum gibi geliyor.
Dil özellikle yeni nesli biraz zorlayabilir, kitabın son sayfalarında "Kelimeler" başlığı altında günümüzde pek kullanılmayan kelimelerin açıklamaları verilmiş. Baskıda, "herşey" gibi yazım yanlışları sıkça tekrarlanmış, "-de,-da ayrı yazılır!!!"cıların pek hoşuna gitmeyecektir :)

Altını Çizdiğim Cümlelerden...
"Simeranya'da her seviyeye göre okuma salonları, lâboratuvarlar, atelyeler, müzik, tiyatro, sinema ve spor evleri vardır. Her yaşta insanlar bunlara devam ederler. Her merak ettikleri mevzuu kendileri etüd eder ve öğrenirler. Çocuklar ve gençler için, araştırma metodlarını gösteren kılavuz-öğretmenler vardır. Bunların vazifeleri öğretmek değil, öğrenmenin yolunu öğretmektir. Çünkü Simeranya pedagojisi, insanın bütün hayatında öğrendiği şeyleri ancak kendi istediği zaman ve kendi araştırmaları neticesinde öğrendiğini bilir."

"Gayet basit. İş hayatından daha büyük mektep, tecrübeden daha büyük ders, ihtiyaçtan daha büyük mürebbi, tecessüsten daha büyük öğretmen, muvaffakiyetten daha büyük diploma olur mu?"

"Bu dünya o kokladığın limona benzer: Yuvarlak, ekşi... Fazla sıkmaya gelmez, tadı kaçar. Yahut şeker karıştırmalı."

"Aşktan başka hedef arayan bir aşkın kendi kendine ihanet ettiğini ona anlatamıyorum."

"Eski dünya ilminin en büyük hatalarından biri de, ihtisas bölümlerine ayrılan ilimlerin "bütün"ü gözden kaçırdıkları için hiç bir hadiseyi esaslı ve doğru izah edemediklerini anlamamış olmalarıydı. Simeranya ilminde "fizik hadise", "biyolojik hadise", "sosyal hadise" diye birbirinden ayrı vakıa serileri yoktur. Bu hadiseler, "bütün"ün ışığı altında incelenir. Bir şeyin içinde herşey mevcut olduğu için bir mesele bir meseleyi bünyesinde taşır."

"İnsanı yalnız bir illet öldürür: Sıkıntı. Öteki hastalıklar bunun vücuttaki çeşitli görünüşleridir."

"Her sıkıntı bir isyan hazırlığıdır. Ruhta başlayan bu hazırlık vücudun hastalanması şeklinde organik isyana çevrilir."

"İnsanın en kolay aldatabildiği budala kendi kendisidir."

"Hayat da böyledir, Mefharet, hayat da böyledir. Çaresizlik ve tehlike anları vardır ki, o zaman çırpınmaya ve haykırmaya gelmez. Batar insan ve boğulur. Marifet o anları geçirmektir. Sonrası gittikçe kolaylaşır. Kadere teslim olmak lâzımdır o anlarda. Menfi, miskin, âciz bir tevekkül değildir bu. Anlıyor musun? İsyanın tekniğidir. Yani sabırdır. Müspet, enerjik, hedefli, iyimser bir sabır. Dikkat et sözüme. Bu dünyada ölümden başka hemen herşeyin bir çaresi vardır."

"Yani biyolojik açıdan namus, daha iyiye doğru tasfiye yapan bir seleksiyon hareketinin insana verdiği yüksek bir tercih duygusu, bayağılıktan sakınma duygusudur. Biyolojik asalet ve kibarlıktır. Bir ıstıfa aristokrasisidir. Cins hayvanlarda da vardır. Onlarda da nadir şartlar ararlar ve cins olmayana teslim olmazlar."

"Daha doğrusu her aşkın köhne ve ebedî meselesi içindeyim: "Beni seviyor mu?" ve "Ne kadar?" Büyükanne, hala, teyze, koskoca insanlar bunun cevabını beş yaşındaki çocuktan bile istiyecek kadar zayıftırlar. Bambino küçük ellerini derece derece açar, "Beni ne kadar seviyorsun?" sualine "Oda kadar", "Ev kadar", "Dünya kadar" cevaplarını verir. Sevgisini adamına göre derecelendirmesini ve ölçmesini beş yaşında öğrenmiştir. Koketrisi de vardır. Her zaman doğruyu söylemez. Cevabını menfaatine veya merhametine göre ayarlandırır. Büyüklerden daha büyük olacağı ânı yaşamaktadır. Tahtından aşk ihsanları dağıtır. Bu çocuktan daha küçüğüz."

"Vücut, bir insanın zihninde ısrarla tasarladığı sabit imaj levhalarına göre gelişir ve biçim alır. Hattâ gebe kadınlar, bu seanslarla, doğacak çocuklarının biçimleri üzerinde bile tesir edebilirler."

"Esasen Simeranya, herkesin her sosyal harekette samimî ve tam iştirakini sağlayan yeni bir cemiyet yapısının adıdır. Bu iştirak, şimdiki dünyamızda olduğu gibi, vatandaşın yalnız politika sahasında ve yalnız dört senede bir sandığa attığı bir oy pusulasıyla değil, bütün sosyal müesseselerde herkesin, hergün ve her an müşterek bir ideale doğru bütün davranışlarını âhenklendiren yeni bir cemiyetin bünyesinden ve normal işleyişinden doğar. Tamamıyla fonksiyonel bir bünye hareketinin tabiî neticesidir."

"Tecrübeden sonraki idrak evvelkinden çok daha pahalıdır."

"Hayır, yavrum, biliyorsun ki her gizlinin altında muhayyileyi alabildiğine koşturan bir sonsuzluk vardır ve sen bir kere bu gizliyi yarattıktan sonra, artık onun derinliğine hudut çizmekten âciz kalırsın ve dört nala giden şüpheye dizgin vurmak senin elinde değildir."

"Tuhaf", dedi, benim bu kızı gözlerim ısırıyor". Ben dedim ki: "Eğer güzellerin vücutlarında göz ısırıkları iz bıraksaydı, bütün yüzleri, boyunları, bacakları, ayakları çürük içinde kalırdı"

"İnsan ya geleneklere karşı koyup açık ve cesur yaşamalı, yahut da, inandığı bazı kıymetler varsa, onlar için fedakârlık yapmalı. En çirkin şey ikisine birden sahip çıkan müraîliktir."

"Kanlı kavgalara lüzum yok. His münasebetlerinde, halkla bizim aramızdaki fark budur. Halk sevgisinin veya alâkanın objesini ortadan kaldırmakla meseleyi kestirme halledeceğini sanır ve sevdiğini öldürür. Biz meselenin dışarıda değil, içimizde halledilebileceğini daha çok anlarız. Çünkü dâvâ yalnız sevgili ile kendimiz arasında değil, hattâ senin meselende olduğu gibi hiç değil, asıl dâvâ kendimizle kendimiz arasındadır. Sevgiliyi dışarda öldürmek neye yarar? İçimizde yaşadığı müddetçe, biz sadece bir şeklin kaatili olmakla kalırız. Onu içimizde öldürebilmeliyiz. Unutmak budur."

"-Fakat aşk hayranlıkla başlamıyor mu? Başlangıçta kin yok ki.
-Hayranlık mağlûp olmuş bir kıskançlıktır. Yani kıskançlık gıptaya, gıpta hayranlığa yerini verir. Dibinde kin vardır. Gitgide, hayranlığın zaafa uğradığı anlarda bu kin ortaya çıkar."

"Ne zannederler bu insanlar? Fenalık yanlarına kâr kalır mı zannederler? Hep görünüşe bakarlar. Karının vizonu var, Packard'ı var, göğsü Cumhuriyet Bayramı'nda Taksim Meydanı gibi elmaslarla donanmış. Bizim valdeyi söylemiyorum, herhangi bir kadın. Evet, gördüler mi onu öyle, bahtiyar zannederler enayiler. Ayol, bütün o donanma, şatafat, karının kan ağlayan içini gizlemek için. Yoksa, hakikaten bahtiyar insanın bahtiyar görünmek için o kadar gürültü patırdıya ne ihtiyacı var?"

"Ulan, siz hep züppe çaylarda, terzi salonlarında, Feriha gibi dejenere kızlar arasında, namussuzluk yapan kadınların hikâyelerini duyarsınız. Kâinatı böyle sanırsınız. Ulan, herkes böyle olsa bu hikâyeler anlatılır mı? demek müstesna vakalar bunlar ki dile düşüyor. Neden efendim, Şemsi Bey'le Hacer Hanım dün gece evlerinde efendi efendi, hanım hanım oturmuşlar, radyo çalmışlar, çocuklarını okşamışlar, sonra yatmışlar, neden onlar dile düşmüyorlar? Çünkü onlar herkes. Herkes onlar gibi. Demek namussuzluk müstesna imiş ki namussuzluk dile düşüyor. "Herkes böyle" deme, küçük hanım. Herkes böyle olsaydı, namusluların hikâyesi dilden dile gezerdi. Onlar müstesna olurdu."

Keyifli okumalar :)

Görsel: Sahibinin sesi - Sittirella marka

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Buraya yazmaya niyetlendiğin her şeyi aleyhinde delil olarak kullanabileceğimi bilmeni isterim...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

...yavrum seni layk ettim...